Wednesday, December 27, 2006




Bayramınız ve yeni yılınız neşeli geçsin. Tabii bol hediyeli :) Yılbaşında görüşmek üzere...

Friday, December 15, 2006


Üçüncü haftadaki en önemli olan şey tiyatroya gitmekti. Size bunu anlatacağım (Futbol gibi aktiviteleri sevmeyip sanatla ilgili aktiviteleri sevenler, dikkatli bir şekilde okuyun bu yazıyı). Tiyatrosuna gittiğimiz sanatçı Ali Poyrazoğlu idi. Tür komedi. (Ben komiği severim.) İsim “Ben eskiden çocuktum”. İstanbul’lular, belki gitmişsinizdir. Sanırsam konuyu kısaca özetleyemeyeceğim, çünkü bu uzun ve her detayı önemli olan bir hatıra yada anı (İkisi de aynı şey ya.) (Bu arada gülümseme işareti(:)) koymuyorum diye darılmıyorsunuzdur umarım.) Bir Cuma akşamı, ilginç ama tiyatroya birkaç saat var. Ve akşam yemeği yemedik! Neyse ki üstü açık ve hafta içi olduğundan kalabalık olmayan bir alış veriş merkezine gittik. (Nerede şu eski bakkallar!)
Söz anılardan ya da hatıralardan açılmış iken size de bir soru soracağım. Ben size hep anılarımdan (ben bu söze alıştım galiba) bahsediyorum, neden siz anılarınızdan bana bahsetmiyorsunuz? Ya da bloğunuzdan.
Neyse konumuza dönelim. Tiyatroya gittik (İçimden kafiye yapmak geliyor). Saat 08:30’da başlıyordu tiyatro. Tiyatroda Ali Poyrazoğlu kendi anılarından yararlandı. Aslında tiyatro tam denemez. Çünkü oyun yoktu. Ali Poyrazoğlu yukarıda da belirttiğim gibi kendi anılarından yararlanarak komedi yaptı. Tabii çok güldük. Açık artırma vardı. Ama sahteden. Sahnenin tozunu sattılar! Evet öyle olaylı bir Cumartesi daha!!! (En üstte Ali Poyrazoğlu'nun ekibi ve kendisi.)

*****

Monday, December 11, 2006



Günlerdir hiçbir şey yazamadım. Nihat Amca, çok üzgünüm, gerçekten. Diğer haftalarda derslerden dolayı unuttum. Aralık ayı başladı. Yani resmi yada doğa kanunu gerekçesiyle soğuk havalar başlıyor. İlk öncelikle önceki yazımdaki sözü geç olsa da tutacağım. Geçen haftalardaki öğretmenler gününü hatırlıyoruz. Başlangıç olarak tüm öğretmenlerimizin “Öğretmenler Günü”’nü kutlarım. Ve öğretmenlerim için şu yazıyı yazdım.

Canım Öğretmenim

Öğretmenim, canım öğretmenim. Bana her şeyi öğreten öğretmenim. Siz bana bilgi verdiniz, ben emeğimi verdim. Siz bana rehber oldunuz, ben sizi takip ettim.
Yolun sonuna geldiğimizde ben teşekkür edeceğim, siz yola başka öğrencilerle devam edeceksiniz. Onlar da size teşekkür edecek ilerde.
İlerde göreceksiniz öğrencilerinizin nerede olduğunu. Belki onları hatırlamayacaksınız, unutacaksınız, ama biz sizi hatırlayacağız. Bizi çukurdan çıkarıp yükseklere taşıdınız, canım öğretmenim.
Bize bilgi ışığını öğrettiniz, biz öğrendik. Hepimiz size teşekkür ediyoruz, canım öğretmenim!

Kağıtta daha uzun gibi görünüyor aslında (kafiye yapamadığımı biliyorum).(Hala bana ne! diyen vardır, bilmez olur muyum)
Aslında bu bir komposizyon kağıdı. Bu yazıyı ben kafamdan türettim. Hey, biliyor musunuz, ben bu yazıyı yazarken, yarınki ara karne telaşını yaşıyorum.

*****


Düşündüm de ben bütün haftaları telafi edeyim. Bu yüzden bu yazı ve önceki yazı dahil dört yazı yazayım. O haftalarda geçen olayları falan filan. Şimdi geldik ikinci haftaya. Ben futbolda iyi olduğumu sanmıyordum. Ben bu yazıyı futbol sevenler için yazıyorum. (Futbolu kim sevmez ki!) Tamam ilgilenmeyebilirsiniz. O zaman kültürle ilgili şeyler de yazarım. Ama şimdi konumuz futbol. Bir Salı günü. Sabah uyanmışız ve ilk iki ders beden eğitimi. Bence sakıncası yok. Hele 2. ders futbol oynuyorsak. Beden eğitimi derslerini biliriz. Koşu, jimnastik hareketleri gibi şeyler vardır. Belki en sevdiğimiz, belki en sevmediğimiz, belki de bir zaman sevdiğimiz başka bir zaman sevmediğimiz bir derstir. Konumuza geri dönelim. Biz 1. ders yukarıda bahsettiğim şeyleri yaptık. Asıl heyecan verici olan 2. ders bize üç aktivite verilmesi ve onlardan birini seçmekti. Basketbol, futbol ve voleybol. Hepimizin sevdiği sporlar. Büyükler ve küçükler, size sesleniyorum. Hepiniz bunlardan en az birini biliyorsunuzdur. Küçüklerin eğlenceleri, büyüklerin anısı olan bu oyunlar sizin hayatınızı kapsar. Bu yazıyı yazmamın nedenlerinden biri de bu. Neredeyse herkes bu oyunlardan oynayabilir. Bu yazıyı yazmamın diğer bir nedeni ise “Ben bu oyunu oynayamam. Benim yeteneğim yok.” diyenler için. Ben de oynayamam sanıyordum. Aslında herkesin içinde bir cevher vardır. Sadece bu cevheri doğru yerde kullanmak ve geliştirmek gerekiyor. Bende o Salı, o cevheri, o derste buldum. Evet o hafta bunu demem gerekiyordu.

Saturday, November 11, 2006


Kitap Fuarı

Çok güzel bir hafta sonu daha başladı. Herkese iyi tatiller dilerim. Ve bir şey sormak istiyorum. Acaba kitap fuarına ve sanat fuarına) giden var mı? Varsa neler gördüğünüzü anlatabilir misiniz? Ben de size kitap fuarına giderken, gittiğimde ve dönerken neler yaşadığımı anlatacağım.
Geçen cumartesi saat 12:30 gibi çıktık. Otobana girerken tahmin edin ne oldu? Kar yağıyor. Bembeyaz noktalar rüzgarla birlikte süzülüyordu. Kimisi aşağı inip tekrar yukarı çıkıyor, kimisi arabaların camlarına yapışıyor, kimisi de yere konuyor. Heyecanla karları izliyordum. Acaba kar tutar mı diye düşündüm. Annem “İlk yağan kar tutmaz” dedi ve heyecanımı kesti. Bu sözün doğruluğunu bu yazının sonunda öğreneceğiz. Kar yüzünden yollar tıkanmıştı. Bu yüzden fuara gitmek iki saatimizi aldı. Avrupa Yakası’nın büyük bölümünde kar tutmuştu. İçimde yeni bir heyecan belirmişti. Ama daha sonra Avrupa Yakası’nda daha önceden kar yağdığı aklıma gelmişti ve yeniden heyecanım gitmişti.
Kitap fuarının oto parkı kalabalıktı. Sonunda arabadan çıktık. Arabadan çıkmadan önce dereceye baktığımda 1 derece yazısını gördüm. (Çok soğuk). Kitap fuarına en yakın giriş sanat fuarındaydı. İçeri girdiğimizde güzel bir sıcaklık yaşadım. Biraz resimleri, camdan heykelleri ve onun gibi şeyleri gezdik. Sonra da kitap fuarına gittik. (Yılda bir kez yakalanabilecek bir şans yakalamıştım. İstediğim her kitabı alabilecektim. Yani en azından her kitap türü şeye bakabilecek ve beğenirsek alabilecektim.) İçerde nice kitapçılar ve içlerinde de nice kitaplar vardı. O kadar fazla bakınmadık birinci salonda. Altı yedi gerekli kitap aldık. Ondan sonra ikinci salona girdik. Orada da annem ile babam birkaç kitap aldı ve otoparka gitmeden önce sanat fuarına yine bakındık. Güzel resimler vardı. Çocukların özellikle ablalarından nefret eden oğlanların resmi vardı. (Örnek olarak; bir oğlan rahatça televizyon izliyor, arkada annesi ve ablası var, annesi ablasına kızıyor, ablası bir sandalyeye iple bağlanmış ağzı da bir bantla kapatılmış, ağlıyordu. İlginç değil mi?) Ablalar kızmayın ve kardeşlerinize de “Böyle bir şey yaparsan kötü olur” demeyin. Onlar nede olsa küçük, hayal güçleri büyük. Benim en sevdiğim resim türü ayrıntısı fazla olan resimdir. Fuarda böyle birkaç resim gördük. Yapanın adını hatırlamıyorum şimdi. Ama çok beğendim. Sanırsam sanat fuarı hala devam ediyor. İmkanı olanlar hemen görmeli bu fuarı.
Dönerken karın Asya Yakası’na geldiğini öğrendik. Bu yıl ilk yağan kar. Eveeeeeeeet! Eve geldik ve büyük sorumuzun cevabını öğrendik. İlk yağan kar tutar mı tutmaz mı? Eveeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeet! Tutar!
İstanbul’da oturmayanlar veya bana ne diyenler için de yazımı yarın yazacağım.
10/11/2006

*****

Saturday, November 04, 2006


Escher

Evet okullar açıldı. Tatilden dinlenmiş olarak döndük. Dışarıda sağanak yağıyor ben evde bu yazıyı yazıyorum. Yazılarımı sık sık yazamadığım için üzgünümL. Neyse konuya dönelim. Resim sevenler için bir şey söylemek istiyorum. Escher adındaki bir resim sanatçısı göz yanılması olan resimlerden çiziyormuş. Yani bir resimden iki resim çıkıyor diyebiliriz. Ben bu resmini beğendim(yukarıda). Bu ressam hakkında bilgi sahibi olanlar lütfen bana yorum yazıp bildirsinler.

Thursday, November 02, 2006


Şeytan Sofrası

Evet. Yola devam ediyoruz. Piknik alanlarından, göllerden, çayırlardan, geçiyoruz. Yoldan geçerken yanık ağaçlar gördük. Annem ve babam eskiden buranın yandığını söyledi (Lütfen piknik yaparken ormanda yanıcı şeyler bırakmayın. Cam da buna dahil. Ve ateşi söndürmeden gitmeyin. Lütfen ama lütfen yangın gördüğünüz zaman 111 Orman Yangını hattını arayın.) Sonundan dağın tepesine vardık. Şeytan Sofrası adında bir kafe vardı. Arabadan çıktıktan sonra. Manzaraya baktım. Göz kamaştırıcıydı. Gün batımı harikaydı. Daha sonra dağın kenarlarına baktık. Tüm adayı ormanlar kaplıyordu (başka bir adadayız). Daha sonra Şeytanın Ayağını görmeye gittik. Çok büyük ve genişti. Ayağa bakanlardan birisi “Geçen yıl daha belirgindi” dedi. Başka biri de “Ayağa atılan paraları garsonlar gelip topluyordur” diye espri yaptı. Bir yere oturup manzaranın tadını çıkardık. Her zevkin sonu vardı. Hava karardı. Ama daha akşam yemeğine gidiceğiz. Ne de olsa tatildeyiz. İstediğimiz zaman akşam yemeği yiyebilirizJ.
Akşam yemeği için Cunda’ya gittik. Önceden bahsettiğim gibi bir sürü balık restoranı vardı. Biraz yürüdükten sonra Deniz Restoran adında bir yere gittik. Çok çeşitli balıklar vardı. Siz düşünün. Türkiye’de kaç çeşit balık varsa burada onların 1/6’sı vardı. Midye, çiroz, çipura, levrek v.b.(Anlatsam bitmez.) Sonunda bir yere oturduk. Deniz kıyısında güzel bir akşam yemeğiJ.
İşte tatil böyle geçti. Tatili şimdiden çok özledim.

Not: Yazdığım bir kısa hikaye var. Yakında burada.

Tuesday, August 29, 2006




Sarmısaklı Plajı

Kahvaltı için ilk önce Cunda adasının balık restoranlarıyla dolu bir köşesine gittik. Daha hiçbiri açılmamıştı. Kahvaltı edecek bir yer bulmaya Ayvalık’a gitmeye karar verdik. Ayvalık eski yerleşim yerlerini barındırıyordu. Aradığımız pansiyonu bulmamız çok uzun sürdü. Oradan oraya bakındık. Sonunda bulduğumuzda kahvaltı için uygun bir yer sorduk. Ve daha sonra kahvaltı yerine gittik.
Ardından pansiyona yerleştik. Bir mutfak, tuvalet, oturma odası (yatağı var), iki yatak odası ve teras. Bildiğimiz eski evler. Yerleştikten sonra hemen herkes cup yatak oldu (yani uyuduk).
Uyandığımızda saat 1 gibiydi.
Evet. Daha gelişimizin ilk günüyle yüzeceğimizi hiç sanmıyordum. Ama babam yüzmeye gidiceğiz dedi. Ve ben çok sevindim. Evet yola çıktık. Çok güzel ve kalabalık bir plaja gidiyoruz. Adı Sarmısaklı Plajı. İlk önce öğlen yemeği yedik. Ondan sonra plajın kalabalık olmayan bir bölgesini buluncaya kadar yada babam Atm bulana kadar tur attık.(Atm bankamatik işte) Sonunda babam bir yere park etti. Saat iki olduğundan güneş fazla rahatsız etmedi. İki şezlongun altına yerleştik. Ben hemen yüzmek istiyordum. Üstümü çıkardım.(Mayomu önceden pansiyonda giymiştim.) Ve güneş kremini sürdükten sonra denize doğru koştum. Ne yazık terliklerimi giymemiştim. Denize varınca denizi keşfetmeye başladım. Suda hiç canlı yok gibiydi. Annem ve babam önceden buraya gelmişti. Babam bana sen göremezsin ama burada bayağı balık vardır dedi (İleriki yazılarda ne kadar çok deniz canlısı olduğunu göreceksiniz). Evet akşam geldi. Gün batımını izlemek ve şeytanı görmek için yola çıktık.
(Gelecek yazı: Şeytanın Ayağı)

Monday, August 21, 2006

Şarkının sözleri burada

Alın hayrını görün. Sözleri söylemeye çalıştım. Çok komik oldu. Siz de söyleyin siz de gülün:)))

jatsu tsappari dikkari dallan
tittari tillan titstan dullaa,
dipidapi dallaa ruppati rupiran
kurikan kukka ja kirikan kuu.
ratsatsaa ja ripidabi dilla
beritstan dillan dellan doo.
a baribbattaa baribbariiba
ribiribi distan dellan doo.
ja barillas dillan deia dooa
daba daba daba daba daba duvja vuu.
baristal dillas dillan duu ba daga
daiga daida duu duu deiga dou.

Tuesday, August 15, 2006

Armağan

Size bir armağanım var: Bir şarkı ama Fince.






Tatilden döndüğümüzden beri abimle bunu dinliyoruz. Abimin dediğine göre internet dünyasında şu anda çok ünlüymüş bu şarkı. Herkes elinde pırasa bunu söylemeye çalışıyor ve çok komik oluyor. Söylemek isterseniz size sözlerini de yazarım belki.
Bir kitap önerisi ve tatile gidiş

Bu sıralar çocukluk öyküleri diye bir kitap okuyorum. Güzel bir kitap. Kitabı yazanlar (birçok kişi yazmış) çocukluk öykülerini kullanmış. Ben size öneririm. İçinde Frenk inciri ile ilgili bir hikaye vardı. Çoban hayalinde Frenk incirinin içinde sevgilisinin çıktığını görüyor. Anneme bu bitkinin nasıl bir şey olduğunu sordum (Kendisi bitki bilimci gibidir). Anlattı ama sonra tatilde görünce fotoğrafını çektik. O kadar dikenli ki içine birinin girmesi imkansız. Hayal işte. Bir de meyvesi var bu ağacın. Yemesi hoş.

Bu ay Ayvalık’a tatile gittik. İşte bunun için blogumu kaç gündür boş bıraktım :)) Akşam dokuz buçukta yola çıktık. İlk önce Pendik’ten feribota (eski feribot değil) bindik. Kırk beş dakika boyunca yolculuk ettik. Son yirmi dakikada dışarı çıktım. Dışarısı bayağı rüzgarlıydı. On beş dakika orada oturdum. Ve karayı görünce içimden kara göründü diye bağırdım.
Ve sonunda arabayla yine yol almaya başladık. Babamın iki gün uyanık kalabileceğini biliyordum. Ama annem uyanık kalsın diye gideceğimiz yerler hakkında konuşuyordu. Neyse. Babam yerine ben uyuya kalmıştım. Uyandığımda ilk mola yerine geldiğimizi fark ettim. Ulusoy’un dinlenme noktası. Daha açılalı on gün olmuştu. Dışarısı buz gibiydi. Ama neyse ki hemen içeri girdik. İçeride çok sinek vardı.(Bunu bir eleştiri olarak algılamayın) İçeride oturduk. Sıcak bir şeyler içtik. Ve marketine bakındık. Güzel kokulu parfümler vardı. Ve ayrıca zeytinyağlı sabunlar vardı. Gemi maketleri, camdan yapılmış heykelcikler, kum saatleri, tahta oyuncaklar, pratik kullanışlı aletler, aynalar ve kitap ile dergiler vardı. Ama eskiden olan sakızlardan (Mabel, belki biliyorsunuzdur) aldık. O sakıza bayılıyorum.Babam ve ağabeyim, annemle beni çok fazla beklettiği için biz bir yere oturduk. Ne garip bir olaydır ki onların bizi bulması çok uzun sürdü. Özellikle gözlerinin önündeyken :))
Evet yine yola çıktık ve ben yine uykuya daldım. Uyandığımda Cunda adasının yazlıklarla dolu bir yerinde buldum kendimi. Dışarı çıktığımda dalgalı bir deniz, gün doğumu (saat 6 ile 7 arasındaydı) ve birkaç yazlık gördüm.
(Devamı var)

Monday, July 10, 2006

Sınıf Yemeği




Eveet, işte yine burdayım.Bu arada sınıf yemeğimiz oldu.Bugün size onu anlatacağım.Sınıf arkadaşlarımla birlikte çok eğlendik.Öğretmenimiz öyle neşeliydi ki galiba bizden kurtulacağı için seviniyor.



Ben dans etmeyi çok severim.(Özellikle Hip Hop):) Arkadaşım Gülen'le bol bol dans ettim.



Bu arkadaşım Serdar.Kendisi çok iyi bir sporcudur.Gördüğünüz gibi çok hayranı var.



Kızlar. Bizden daha iyi dansediyorlardı.(Laf aramızda öğretmenimiz en çok kızları tutuyor. Erkekleri sevmiyor:( Yemek,müzik,dans.İşte o gün böyle geçti.Ee, şimdi biraz da siz anlatın bakalım.Sizden ne haber?

Friday, June 23, 2006

KÖPEK DİŞİM YUVAYI TERKETTİ







DENİZ DENİZ'E KARŞI
BİR ADAMIN HİKAYESİ - 19

Orada bir yerde vampir var
Mustafa:
-Ben gidiyorum! Hah hah haa!” diyerek uzaklaştı. Q çok sinirlendi. Daha sonra Q her şeyi anladı. Vampir vardı içlerinde. Q koşarak herhangi bir yere gitti.
Yücel, Gül, Peter ve Mary Jane geminin önüne ışınlanmıştı. Kafanın olduğu yere. Herkes birbirine garip, garip baktı. Kontrol bilgisayarının başındaki Eggman:
-Vay, vay! Şu işe bakın. Niko, E55'i çalıştır.
Niko:
-Peki doktor.
Bir tuşa bastı. Birden bir patlama duyuldu. Eggman:
-Yine o!
Camın önünden hızla bir şey geçti. Bu sırada Osman bey, Andy ve Müzeyyen oldukları yerden kaçıp koridorlarda koşturuyorlardı. Osman bey koşarken:
-Bu Kaos Zümrütleri yedi ilişkiye gerek kalmadan bizi ışınlayabilir!
Andy:
-Sahi mi?
Osman bey, Andy ve Müzeyyen birden duraksadılar. Parlak bir şey gördüler. Ve aniden ortadan kayboldu.

Andy:
-Bu Sonic miydi?
Osman bey şaşkınlıkla:
-Evet.
Tanıdık bir ses:
-Arkadaşlar!
Osman bey:
-Şu işe bak! Ali.
Ali soluk soluğa:
-Jack ve Lapacı’yı buldum.
Osman bey:
-Onları kurtarmalıyız.
Müzeyyen:
Ne bekliyoruz gidelim!
Ali, Osman bey, Andy ve Müzeyyen gittiler.

Dinlemeyi Biliyor Muyuz?
Eggman kontrol panelinden:
- Beni yakalayamayacaksınız! E55 yok et şunları!
Birden bir savaş robotu çıktı.

Eggman gülerek:
- Bu robot bir Kaos Zümrüdü'nden güç alıyor.
Niko bir kapıdan koşarak gelirken:
- Doktor! Doktor! Kasırga X buraya çarpacak!
Doktor Eggman:
- Sonunda yok olacaklar demek! Bir dakika sen ne dedin?!!
Bir jet kafadan hızla geliyordu. Tam çarpmasına bir saniye kala büyük bir ışık patladı. Herkes bayılmıştı.
Büyük ışık bir saat sonra kayboldu. Ama halbuki Mustafa onlarla değildi. Mustafa oteldeydi. Yemekten sonra odasında yatakta uyuya kalmıştı. Öğle olmuştu ki, hala uyanmamıştı. Rüyasında dev bir elmayı beş dakikada bitirme yarışını kazandığını görüyordu. Ve aniden uyandı. Daha sonra temiz bir takım giydi ve aşağıya indi. Arkadaşlarını lobide ya da yemek salonunda bulamayınca lobideki danışmana nerede olduklarını sordu. Lobideki danışman da onların önceki gece dışarı çıktıklarını söyledi. Mustafa meraklanmaya başladı. Odasına döndü. Odasında uyandığında çok şaşırdı. Kaos Zümrüdü'nü koyduğu kasa yerinde yoktu. Mustafa diğer Mavi Taş’a baktı. O da yerinde durmuyordu. Mustafa’nın aklına bir an vampirlerin başka bir kimliğe girebildikleri geldi. Mustafa artık tek bir şey düşünüyordu. O da grubun nerede olduğu idi. Koşarak otelden çıktı. Gazete alıp, haberlere baktı.

Mustafa seslice gazeteyi okudu:
- Bugün saat onda Doktor Eggman’in dev bir robotu kente saldırdı.Ama Sonic ve arkadaşlarının üstün saldırısı ile yenildi.
Daha sonra kendi kendine:
- O zaman geri dönmeleri lazımdı.
Haberi tekrar okudu. Sonra otele döndü. Odasına girince ürperdi. Sanki artık aynı yerde değil. Bir an hiçbir şey göremez oldu. Daha sonra odasında değil de bir ormanın içinde olduğunu fark etti.
Diğerleri de aynı şaşkınlık içindeydi. Sonic kendine gelerek:
- Hey burası bana tanıdık geliyor. Eğer tahmin ettiğim yerse...
Eggman Sonic’in sözünü keserek:
- Burası bizim gezegenimiz. Ve buradan tek çıkış yolu büyük kar dağı.
Ali daha bir şaşkınlıkla:
- Ama böyle bir şey olmayacaktı ki!
Osman bey:
-Size bunu söylemiştim. Dinlemeyi biliyor muyuz?
Müzeyyen:
- Bence bilmiyorlar.
Yücel:
- Bence burası basit bir orman.
Niko:
- Hayır burası bir ormandan daha fazla.
Sonic:
- Doğru.
Andy:
- Kısaca orman.
Peter:
- Evet.
Eggman Peter’ı fark ederek:
- Aaa Spider-man bir imzanızı alabilir miyim?
Peter şaşırarak:
- Ne?
Q ciddi bir şekilde:
- Önceliklerimiz var. İlk önce...
Sonic:
- Nasıl yani, siz kimsiniz?
Ali:
- Senin gibi biri. Yani bir kahraman.
Gül:
- Hazırlık yapmalıyız.
Q:
- Evet buradan nasıl çıkabiliriz?
Yücel:
- Lapacı ile Jack’i gören var mı?
Ali:
- Ve Mustafa’yı.
Eggman gülerek:
- Mustafa mıstık arabaya kıstık...
Müzeyyen kızgınlıkla:
- Kes sesini.
Boko:
- Bence de susun. Doktor Eggman ha?
Müzeyyen daha bir kızarak:
- Sus!
Eggman inatla devam etti.

Ali:
- Onlara aldırmayın.
Q:
- Sorunuzu cevaplayayım. Mustafa bir vampirdi. Jack ve Lapacı da bizden önce uyanmış olmalı.
Sonic:
-Buraya Kaos Kontrolle geldiniz.Ve buradan istediğinizde gitmenizin yolu da K
ar Dağı Hükümdarı'nın sorusunu cevaplamak.

(devam edecek)

Saturday, June 17, 2006

Önceki bilmecenin cevabı: Uçuş timsahı olduğuydu.

Yeni bilmeceyi gelecek hafta vericeğim.

Thursday, June 15, 2006

Geçen günlerde Büyük Ada'ya bir gezi yaptık. Vapurla geçerken Heybeli Ada'yı, Burgaz Ada'yı ve Kaşık Ada'sını gördüm. Bence adalar İstanbul'un mirasıdır. Hepsi çok güzel.(Nerdeyse hepsi:) ) Büyük Ada'ya vardığımızda oranın çok kalabalık bir yer olduğunu gördüm. Yine de araba olmayan egzoz kokusu olmayan bir yer. Adanın büyük bir bölümü orman.(Ben ormanları çok severim.:) ) Temiz hava ve deniz kokusu var.





Adanın sevimli atları ve taşıma için arabadan daha güzel faytonları var. Büyük Ada doğayla iç içe güzel bir ada. En önemlisi de evleri apartmanlar gibi değil.
İngiltere'de bir araştırmaya göre normal evlerde yaşayan insanlara göre apartmanlarda yaşayan insanlar daha gerginler. Yani Büyük Ada sakinleri daha sakinler.






Neyse Büyük Ada 'yı benim bildiğim kadarıyla anlattım. Şimdi de oradan aldığım Miço çocuk dergisini anlatmak istiyorum. Ben Miço'yu çocuklar için önermek istiyorum. İçinde çocukları bilgilendirecek ve eğlendirecek birçok şey var. Miço benim en sevdiğim çocuk dergisi.
Aşağıdaki bilmecenin cevabı :Smokinleri buruşmasın diye.

Yeni bilmece:Timsahın üstündeki dört nokta ne olduğunu gösterir?

Cevabı haftasonu yazıcam. Cevaplarınızı yorum şeklinde gönderiniz.

Wednesday, June 14, 2006

BİR ADAMIN HİKAYESİ - 18

Kaçış Anı
Aniden gemilerden ve jetlerden ateş açıldı. Tanklarda iniş yapmak için hazırlanıyorlardı.
Mustafa:
- Atlamaya hazır olun.
Ali içi daha bir garip olmaya başlamıştı ki, hep birlikte suya atladılar. Tüm grup adaya doğru yüzdü. Adanın diğer tarafında bir giriş olduğunu fark ettiler.
Q:
- Durun! Bu giriş ya bir tuzaksa...
Ve birden silahlı iki robot geldi. Yücel birisinin üzerine atladı. Robot ve Yücel düştüler. Diğer robot ateş açtı. Hepsi farklı bir yöne kaçtı. Ali ve Spider-man de binaya doğru gitti. Q, Lapacı, Jack ve Mustafa binanın tam ters yönüne koştular. Geriye kalanlar ise adanın arkasına saklandı.
Ali koşarken:
- Sence ne zaman dururuz?
Spider-man:
- Pek uzun sürmeyecek. dedi ve bir ağ attı. Ali’yi bir koluyla tuttu ve diğer koluyla ağı tutup binanın bir çıkıntısına atladı.
Ali heyecanla sordu:
- Sen deli misin!?
Spider-man:
- İyi bir amacım vardı.
Osman bey koşarken:
- Şuradaki şeyi çıkarır mısın Andy?
Andy:
- Tabii ki. dedi ve oradaki kapağı çıkardı. Arkalarından Yücel geldi. Bacağı kanıyordu.
Gül telaşla:
- Yaralanmışsın!
Yücel sıkıntılı halde:
- Bir şey olmaz.
Osman bey oradaki bir boşluğu işaret ederek:
- Herkes bu deliğin içine girsin.
Osman bey hemen içine girdi. Daha sonra Yücel ve Gül girdi. Sonuncu da Andy ve Müzeyyen oldu. Bir koridorda yakalandılar.
Eggman:
- Onları bana getirin.
Diğerleri bir yerde durmuşlardı.
Mustafa nefes nefese:
- Ha hadi, ha, ilerleyelim ha-ha.
Q da nefes nefese:
- Ha haklısın ha.
Yine koşmaya başladılar. Q ve Mustafa bir dala takılıp düştüler. Diğerleri ise önden giderken yandaki kayalığın önü açıldı ve iki ip birden Jack ve Lapacı’yı kayalığın açılan ağzının içine çekti. Ondan sonrada kayalık kapandı. Mustafa dalga geçermişcesine:
- Hay aksi.
Q kızmaya başlayarak:
- Neden böyle dedin ha!
Mustafa kıs kıs gülerek:
- Yo ben onları bulmalıyız, demek istemiştim. Yani ben (Gülmeyi kesmişti) onları bulmalıyız demek istedim.
Q şüpheci şekilde:
- Öyle olsun. Şimdi şu kayayı kırmalıyız.
Mustafa kayaya baktı ve:
- Yücel olsaydı belki.
Binada patlamaların şiddeti artıyordu.
Q kayaya bakmayı kesip:
- Binaya girmenin bir yolunu bulmalıyız.
Mustafa “Evet” anlamında başını salladı.
Mustafa daha sonra:
- Belki Ali ve Spider-man binaya girmenin bir yolunu bulmuştur.
Q:
- O zaman gidip bakalım.
Mustafa yine “Evet” anlamında başını salladı. Mustafa bu sefer daha önce olmadığı kadar hızlıca koştu. Q zar zor yetişebiliyordu. Ali ve Spider-man hala binanın çıkıntılarından birindeydi.
Ali Spider-man’e:
- Duvar kırmak gibi bir amacımız var mı? Yoksa burada füzelerin bizi vurmasını mı bekleyeceğiz?
Spider-man yanıt olarak:
- Üzgünüm ama duvar çok sert ama binaya tırmanabilirim.
Ali sırıtarak:
- Peki ya ben!
Spider- man yukarıya bir ağ fırlatarak:
- Bilmiyorum tırmanabilir misin?
Ali hayal kırıklığına uğradı. Daha sonra:
- Beni neden yukarı çıkarmıyorsun?

Üçüncü kristal de bulunuyor
Spider-man tırmanmaya başlamıştı ve yanıt verememişti. Ali ağa tutundu ve tırmanmaya başladı.
Ali ağın sonuna kadar tırmanmıştı. Ve sabah oluyordu. Spider-man ortalıkta görülmüyordu. Ateş eden gemilere baktı. Bir uçak üzerinden kırmızı bir füze ateşlenmişti. Ali daha yakından bakmak için dürbününü çıkardı.
Eggman’in sesi:
- Spider yakala onu!
Ali elindeki dürbünü düşürdü ve aşağıya düştü. Bir şey onu yakaladı ve binanın arkasına götürdü. Spider-man binanın en üstünde bir antenin orada bir delik gördü ve içeri girdi.
Spider-man kendi kendine:
- Havalandırma deliği. Evraka! (İşte buldum demektir. )
Ne olduğunu anlamadan tava çöktü ve bir koridora düştü. Bina tam anlamıyla bir yıkıntıya dönüştü. Eggman ve iki silahlı robot ile binanın dibindeki gizli bir merkeze yakın bir depoda yürüyordu. Doktor Eggman böğürerek:
- Vokup çık dışarıya ve o Sonic denen kirpiye bir mesaj gönder.
Küçük bir robot olan Vokup:
- Peki Doktor Eggman.
Doktor Eggman iki silahlı robota:
- Siz de gidip o diğer üçünü bulun. Tahmin ettiğimden de çok sorun çıkaracaklar galiba.
İki robot hemen asansöre doğru gittiler. Niko adındaki bir robot:
- Efendim, Boko kontrolü aldı.
Eggman:
- Boş ver. Nasıl olsa bina çöküyor. Egg Fort 2 kalksın.
Niko:
- Peki doktor.
Doktor Eggman'in yüzünde pis bir gülüş belirdi. Bina çökmeye başlamıştı. Ada da aynı zamanda havaya doğru yükseldi.
Spider- man binanın boş bir alanından atladı. Bir ağ attı ve:
- Bunu kaçırmayacağım.
Adanın her tarafında silahlar çıkıyor, ateş açıyorlardı. Etraftaki tüm gemiler ve jetler yok oldu. Ada hızla Egg Fort 2’nin geldiği yere gitmeye başladı. Bu sırada adanın tüm toprakları yerine çelik zırhlar, büyük yıkıcı silahlar, küçük binalar, kafa, dört bacak, iki kol ve ortada büyük bir bina çıktı. Bu bina bir kafanın üstündeydi. On dakika sonra yine Washington’a vardılar. Geminin arkasındaki bir itici ateşlenince Spider-man’in ağı kopup aşağıya düşmeye başladı. Spider-man’in maskesi çıkıp gitmişti. Spider-man (Peter Parker) bir yere doğru ağını fırlattı. Ara sokaklardan birindeki çöp kutularının arasına düştü. Birden Spider-man’e tanıdık bir ses:
- Peter, bu sen misin?
Spider-man garip bir edayla:
- Mary Jane!” dedi ve sesin geldiği yere baktı. Kızıl saçlı bir kadın ona bakıyordu. Peter:
- Bu sensin. Ama nasıl oldu da buradasın?
Mary Jane:
- Burada bir gösterim vardı. Seni çok özledim.
Peter:
- Ben de öyle.
Yandaki çöp kutusundan bir şey parladı. Bu bir Kaos Zümrüdü idi. Ve üçüncü bağlantı da sonunda bulunmuştu. Bir ışın demeti hızla uzaklaşan gemiye gitti. Mary Jane ve Peter oldukları yerde yok oldular.
Ve gemiye ışınlandılar. Osman bey, Andy, Müzeyyen, Yücel ve Gül’ün hapis olduğu robotun bir yeri delindi ve bir ışık demeti Yücel ve Gül’ü de ışınladı. Geminin içinde bir yerde Mustafa ve Q’nun önünde kalp şeklindeki kristal belirdi.
Mustafa açgözlülükle:
- Valla ben bu kristali alırım, dedi ve kristali eliyle aldı.
Q şaşkınlıkla ve kızgınlıkla:
- Mustafa ne oluyor sana! Yetti bu kadarı artık, dedi ve kırbacını çıkardı.
Mustafa dalga geçermişçesine:
- Sana ne! Hatta sevgili olduğumuzdan bile emin değilim.
Q kırbacı yere düşürdü.
(maalesef devam edecek)

Tuesday, June 13, 2006

Size bilmece soracağım.

Penguenler niçin sandalyeye oturmaz?


Cevapları iki gün içinde yazıcam. Sizin cevabınızı yorum şeklinde gönderiniz. Yeni bilmeceyi iki gün içinde yazıcam. Bekleyin geliyorum...


TATİL!

Eylül daha dün gibi. Okullar kapanıyor. Koskoca sekiz ay (tatilleri de saymazsak) çabuk geçti. Ve önümüzde üç aylık uzun ve güzel bir tatil var. Karnede iyi notlar bekliyorum. Ve benim yazılarımı okuyanların da iyi notlar getirmesini diliyorum.

Thursday, June 01, 2006


Merhaba ben geldim!






Bir aydır görüşemediğimiz için blog ziyaretçilerimden özür dilerim.
Arsa bakmaya gitmiştim de Mars'a... O yüzden ortalıkta yoktum. İnanmazsanız fotoğrafa bakın.

Şaka :) Gidecektim ama matematikle fene çalışmam gerekiyormuş önce. Ben de çalıştım işte.

Saturday, April 22, 2006

BİR ADAMIN HİKAYESİ - 17
Büyük bir patırtı kopar

Robot kollarından birisini Spider-man’e vurmak için kullanmıştı. Q ve Gül robota saldırıya geçmişti. Arkadan da Jack vampiri şaşırtmaya çalışıyordu. Mustafa bir bina balkonundan aniden vampirin üstüne atladı. Spider-man robota tam bir yumruk atacakken bir darbe daha aldı. Q vampirin peşine düştü. Mustafa vampirin üstünden uçan taşıta düştü. Lapacı Mustafa'yı kucakladı. Mustafa hemen bir tuşa bastı. Robot füzeler ateşlendi. Ve ilerden yanlarına hızla yaklaşan bir cisime doğru gitti. Ve birden üstte bir uçak belirdi. Uçaktan bir füze çıkıp o mavi cisme gitti. Mavi cisim o füzeyi aldı ve diğer füzeleri atlatıp robotun tam ortasından geçip gitti. Mustafa ve Lapacı uçan taşıtın üzerinden diğerlerinin yanına atladı.
Eggman:
- Beni yakalayamayacaksınız!
Doktor Eggman hemen uçan taşıta bindi. O mavi şey uçan taşıtın hizasında durdu.
Mavi uçağın üstündeki:
- Merhaba Eggman.
Doktor Eggman:
- Sonic! Fark ettiysen bu robot bir bomba taşıyor.
Sonic yanıt olarak:
- Hile yapmaya hazırsın demek ki. Eimi nerede!
Ali hemen cebinden tabanca çıkardı. Q da kırbacını çıkardı.
Yücel:
- Q, sana bir şey sorabilir miyim?
Q yüzünü Yücel’e dönerek:
- Evet.
Yücel:
- Şey, vampir ne oldu!?
Q:
- A şey, şey doğru ya!
Vampir bu sırada gitmişti. Eggman gülerek:
- Sizin o silahlarınız işe yaramaz, sizi basit insanlar.
Jack ve Lapacı şarkı söyler gibi:
- Sen öyle düşünüyor olabilirsin, ama biz öyle düşünmüyoruz, ta ki seni yenene kadarrrrrr!
Eggman şaşkınlıkla:
- Afedersin ama, sen ne diyorsun!
Sonic çabucak uçan taşıtın kanatlarını kesip, tekrar uçan taşıtın hizasına döndü. Uçan taşıt yere düştü.
Eggman:
- Egg Fort 2 kalksın.
Birden yer sallandı. Mavi uçak hemen robot yıkıntısının üstünden geçti.
Eggman:
- Yeter artık.
Arkadan füzeler geldi. Müzeyyen aceleyle:
- Dağılın!
Grup her bir yere dağıldı. Füzeler etrafa saçıldı. Spider-man füzelerden üçüne ağ fırlattı. Geri kalan üçü de Q’ya gitti. Q kırbacıyla hemen füzeleri boş bir sokağa çekti. Birden bir patlama duyuldu. Büyük bir gemi yüksekten uçuyordu.
Sonic mavi uçağa:
- Kasırga X’i getir.
Uçaktan bir ses:
- Tamam Sonic.
Uçak uzaklaştı. Ve başka bir ses yolun sonundan:
- Eggman teslim ol!
Gemi birden harekete geçti. Çok hızlıydı. Grup yolun ortasında toplandı. Yolun başındaki ses garip tanklardan birinden geliyordu. Mustafa tanklara doğru koşmaya başlayarak:
- Hadi tanklara binin. Eggman’in gemisine binmenin tek yolu bu.
Tüm grup tanklara koştu. Ve gizlice kenardaki çıkıntılarına bindiler. Bir tek 2. Şahıs kalmıştı. 2. Şahıs:
- Beni merak etmeyin. Ben size yetişmenin bir yolunu bulurum.
Tanklar uçmaya başlamıştı. Uçan geminin akasından hızla gidiyorlardı. Hızla Sonic tankların hepsinin üstünden sırayla sıçradı. Ve Eggman’in gemisine ulaştı. Artık kara yoktu. Okyanus ayın parıltısıyla parlıyordu.
Ali korkarak:
- Ben düşeceğim galiba!
Yücel Ali’yi tuttu.
Ali:
- Anneciğim.
Mustafa ciddi şekilde:
- Sıkı tutunun.
Tanklar ve ilerideki gemi sağa döndü. Neredeyse tüm grup aşağıya düşüyordu. Osman bey kusacak halde:
- Herkes iyi mi?
Osman bey dışındakiler:
- Evet!
Gül arkayı işaret etti ve:
- Bakın bunlar savaş jetleri!
Tüm grup arkadan gelen savaş gemilere ve jetlere baktı. Tankın içinden bir ses:
- Hedef göründü.
Grup diğer yöne baktı. Küçük bir ada ama garip bir bina vardı.
Mustafa:
- Eggman’in gemisi oraya iniyor.
Gül jetleri ve gemileri tekrar işaret ederek:
- Ve onlar da ateş açmaya hazırlanıyorlar.

(devam edecek)

Saturday, April 15, 2006

BİR ADAMIN HİKAYESİ - 16
Garip bir durum

Mustafa kadına:
- Senin adın ne?
Kadın:
- Seda.
Mustafa:
- Güzel isim.
Yücel araya girerek:
- Mustafa konuşmamız gerek. Yalnız.
Seda gitti. Yücel anlatmaya başlayarak:
- Bak, o kadını hatırlarsın. Ali ona vampir demişti. Birazcık gariplik var. Onun burada Washington’da olması garip değil mi?
Mustafa şaşkın halde:
- Yo hiç garip değil.
Yücel:
- Bunu daha sonra konuşacağız.
Mustafa:
- Bak, annemin öldüğünü biliyorsun. Ama bu kadın anneme çok benziyor. Yani beni bu yüzden yargılayamazsın. Bana bak ben gizli bir şey biliyorum. Ve bunu ben çözmeliyim. Ölecek olsam bile çözmeliyim bunu. Eğer vaktinde çözmezsem her şey mahvolur. Lütfen izin ver. Ve ayrıca kendime bakabilirim.
Yücel:
- Tamam, seni kızdırmak istememiştim.
Mustafa kendi odasına gitti. Yücel anlayamıyordu. Mutlaka grup arasında bir şeyler dönüyordu. Ve Yücel bunu hemen çözmeliydi. Yücel hemen hızlı asansöre bindi ve hemen üçüncü katın düğmesine bastı. Hemen otuz dokuz numaralı odaya gitti. Kapıyı çaldı. Tahmin ettiği gibi Mustafa odasında değildi. Hemen lobiye indi.

Lobideki adama:
- Miss Seda, where is her room. . .
Lobideki adam:
- No 20.
Yücel:
- Thanks.
Yücel hemen ikinci kata çıktı. Yirmi numaralı odanın kapısında Mustafa bekliyordu. Yücel hemen saklandı. Ve gizlice izlemeye başladı. Mustafa kendi kendine:
- Hımm, galiba burada değil. Neyse bende gideyim bari.
Yücel kapısı açık bir oda gördü. Hemen odaya girdi. Tuvalete saklandı. İçerden temizlikçi dışarı çıkıp kapıyı kilitledi. Yücel hemen ışıkları açtı. Bir çıkış yolu düşündü. Dolabın üstüne çıkmayı denedi. Dolap pek dayanacak gibi görünmüyordu. Kapının kilidini açıldığını duydu ve kapıyı Ali açtı. Yücel bir “Oh!” çekti. Ali şaşkın, şaşkın:
- Buraya nasıl girdin söyler misin?
Yücel daha sorunun cevabını bile vermeden çekip gitti. Ali baka kalmıştı. Yücel zemin kata indi. Orada Müzeyyen bir ressamla konuşuyordu. Ressam:
- May I draw your picture?
Müzeyyen:
- Yes!
Yücel hemen oturma odasına baktı. Başka odalara baktı. Müzik odası, tur odası, televizyon odası ve kütüphaneye baktı. Sonunda kütüphanede biraz oturdu. 2. Şahıs yanına bir insan kafasının yarısı genişliğinde bir kitapla yanına geldi. İkisi de hem sohbet ediyor hem de kitap okuyordular. Mustafa bilardo oynayanları izliyordu. Andy, Jack, Peter ve Lapacı televizyon odasında ateri oynuyordu. Ali’nin yüzü yeşerdi. Ali:
- Hay aksi. diyerek bayıldı. Q ve Gül hemen diğerlerini arıyordu. Çünkü başka bir vampir saldırısı olmak üzereydi. Q Osman beyi 2. Şahıs’ın nerede olduğunu sordu. Osman bey:
- Kütüphanede.
Gül hemen kütüphanedekilere haber verdi. Mustafa, Müzeyyen ve Ali dışında herkes gelmişti. Q:
- Onları bulacak kadar zamanımız yok. Gidelim.
Saat 00:00 oldu. Grup gizlenmişti. Birden bir patırtı oldu. Bir, bir robot gelmişti. Ama en az 20 metre boyundaydı. Robotun arkasından iğrenç suratlı bir bıyıklı adam, uçan bir şeyle geldi. Yücel Q’ya fısıldayarak:
- Bunun bir vampir olacağından emin misin?
Q şaşkınlıkla:
- Pek emin değilim.
Spider- man:
- Robotlardan nefret ederim.
Kötü suratlı adam:
- Ben doktor Eggman Sonic'i aramak için geldim.
Q:
- Sonik, Sonic. Hm, bundan yararlanabiliriz. Sonik'i bulmak istiyorsak Eggman'i durdurmalıyız.
Jack:
- Evet ama nasıl?
Lapacı:
- Yücel, sen Eggman’in dikkatini çek ben ise Eggman’i uçan taşıtından düşüreyim. Belki oradan kontrol ediyordur.
Yücel:
- Tamam.
Yücel Eggman’in karşısına çıkarak:
- Yakalasana beni yakalasana.
Eggman robota:
- Hop Anti Savaş Makinesi, onu yakalaaaaaaaaa. . .
Lapacı uçan taşıta bindi. Eggman’i attı. Bir tuşa bastı. Lapacı:
- Robot kötü suratlı. . .
Arkadan birisi:
- Yok olacaksın!
Lapacı arkasına baktı. Spider-man sıçradı, ama bir şey ona çarptı.

(devam edecek)

Sunday, April 02, 2006


BAHAR GELMİŞ HAVA NE GÜZEL KUŞA BÖCEĞE MERHABA!!!



heyooo, 12 yaşına bastım...


büyükbabam, büyükannem, abim, annem,

BİR ADAMIN HİKAYESİ - 15
Gezinin keyfini çıkartıyorlar
Mustafa akşam saat 8:00'e kadar deliksiz uyudu. Ve akşam 8:00'de kapı çalındı. Kapıyı açtı. Aşağıda günün otel turları, otelin özellikleriyle ilgili bir dergi ve gazete vardı. Neyse ki dergi ve gazete Türkçeleştirilmişti. Mustafa dergiyi okumaya başladı. Dergide şöyle yazıyordu:
Sevgili konuklarımız. Otelimize hoş geldiniz.
Bu akşam Washington zafer bayramı kutlaması var. Bu bayram dolayısıyla özel yemeğimize çağırıyoruz. Yemekte:
Patates kızartması, hindi, özel yahnili tavuk, amerikan salatası, süslü pasta ve jelatin vardır.
Hepsinden öncesi Micheal Jackson konser için geliyor! Otelimizde yarışmalar, oyunlar ve Türk usulü şenlik de yapılacak.
Otelimizdeki turlar artık yarı fiyatına! Sakın kaçırmayın. Bu sıralar Beyaz Ev’e yapılacak gezi parasız. Tur ücretleri:
- Yarı tur=255 dolar
- Tam tur=510 dolar
- Özel tur ve normal tur=1104 dolar

Mustafa dergiyi kapattı. Ve elbise dolabından smokine benzer bir şey giydi. Bu sırada Müzeyyen, Ali, Peter ve Jack, üzerinde İngilizce “Biz turistsiz!” yazan elbiseler alıp etrafı dolaştılar. Lapacı ve Gül ise satranç oynuyorlardı. Yücel de kardeşine mektup yazıyordu. Osman bey ve 2. Şahıs planlar yapıyordu. Q da Andy’i şaka yapmaması hakkında uyarmaya çalışıyordu. Andy hemen Q’dan kaçmaya başladı. Otelin en yavaş asansörüne bindi. Aynı zamanda en tablolu asansörü idi. Q da En hızlı asansöre bindi. Andy beşinci kata çıkıyordu. Q da bunu biliyordu. Ama Andy dördüncü katta durdu, ve Mustafa’nın kaldığı odanın kapısını çaldı. Mustafa açtı.
Mustafa:
- Ne vardı?
Andy:
- Bugünkü yemeği konuşacaktım.
Mustafa şaşkın halde:
- İyi tamam.
Andy içeri girdi. Mustafa da kapıyı kapattı. Bu sırada caddelerden birinde. Ali ve Müzeyyen bir Türk restoranına girdi.
Jack Peter’a:
- Ben hiç yorulmadım.
Peter:
- Ben de.
Jack:
- Ama ben otele geri dönüyorum.
Peter hiç bir şey anlamadan:
- Tamam.
Peter gezmeye devam etti. Yücel biraz oteli gezmeye karar verdi. Birden birinci kata inme isteği duydu. Birinci katta pencerenin yanına geldi. Dışarıya baktı. Lapacı ve Jack birbiriyle konuşuyorlardı. Yücel tam onların yanına gidecek diki karşısına Gül çıktı.
Gül:
- Şey, Q’yu gördün mü?
Yücel:
- Hayır.
Gül kızararak:
- Tamam. dedi ve gitti. Yücel arkasından baka kalmıştı. Hemen en yavaş ve en süslü asansörü çağırdı. Asansör çağırdığı kata geldi ve içinden Mustafa çıktı.
Mustafa:
- Zemin kata mı iniyorsun?
Yücel:
- Evet. dedi ve asansöre girdi. Mustafa asansörde:
- Güzel bir gün.
Yücel yanıt olarak:
- Evet, güzel bir gün.
Asansörden çıktılar. Yücel girişe gitti. Mustafa ise oturma odasına.
Girişte Lapacı:
- Kaptanım. Bugünkü parti için çok heyecanlıyım.
Jack sıkılmış bir halde:
- Evet ne demezsin.
Lapacı:
- Hadi kaptan sorunun ne?
Jack:
- Yok bir şey.
Yücel arkadan yanlarına gelerek:
- Jack sevin biraz.
Jack gülümseyerek:
- Hadi canım.
Jack güldü. Lapacı ve Yücel de mutlu oldu ve oturma odasına gitti. Orada Q, Mustafa ve Peter vardı. Jack:
- Merhaba arkadaşlar.
Üçü de bir koltuğa oturdular.
Mustafa gülümseyerek:
- Eee şehri beğendiniz mi?
Peter:
- Ben doğrusu beğendim.
Jack sanki bir konuşma yapıyormuş gibi:
- Güzel bir şehir.
Lapacı:
- Ve güzel bir otel.
Q:
- Şehri beğendiğinize sevindim. Ama amacımızı unutmayalım. Sonik’i bulmalıyız.
Osman bey kapıyı açarak:
- Doğru, ama ben ve 2. Şahıs nerede olabileceğini Kaos Zümrütleri ile bulabileceğimizi keşfettik.
Mustafa:
- Yarın işe başlayabiliriz.
Ve hepsi kalkıp restorana gitti. Müzeyyen ve Ali henüz otele dönmüştüler.
Kapıda Ali:
- Valla çok güzel bir yemekti.
Müzeyyen:
- Şimdi diğerleriyle oturma odasında konuşacaktık. Hadi gidelim.
Ve ikisi oturma odasına gitti. Oturma odasında on kişi vardı.
Birisi:
- Where are you going?
Müzeyyen Ali’ye fısıldayarak:
- Ne dedi?
Ali bilmiyorum işareti yaptı ve:
- Bence yemek odasındalardır demiştir.
Müzeyyen:
- Thanks.
İkisi de restorana gitti. Hiçbiri bir şey anlayamamıştı. Andy bu sırada dışarılarda bir otel arıyordu. Andy kendi kendine:
- Lori’nin oteli yan cadde de olması gerekiyor.
Andy oteli bulup içeri girdi. “Üniversite grubu buradadır” yazısına baktı. Lobideki adama Lori’nin hangi odada kaldığını sordu. Ve adamın söylediği odaya gitti. Kapıyı tıklattı. Ama hiç kimse yoktu. Andy’nin hayalleri yıkılmıştı. Andy oteline dönmeye karar verdi. Gül hala Q’yu arıyordu. Sonunda vazgeçip restorana indi. Restoranda Mustafa, Peter, Yücel ve Ali’ye rastladı. Gül onlara:
- Ne yapıyorsunuz?
Peter yanıt olarak:
- Erkekler arası bir konuşma diyelim.
Gül kıskançlıkla:
- Peki kızlar arası konuşma nerede?
Mustafa:
- Ha onlar mı, şey onlar ay barı turnuvasına katıldılar. Gül :
- Nerede oynanıyor peki?
Yücel masadan kalkarak:
- Ben sana gösteriyim.
Ve ikisi gittiler. Ondan sonra Jack ve Lapacı smokin ile geldi.
Jack ve Lapacı masaya oturarak:
- Biz ikimiz geldik.
Bunu aynı anda ikisi birden söylemişti.
Jack:
- Size bir şarkı söyleyeceğim.
On dakika sonra Mustafa tuvalet için kalktı.
Jack arkasından:
- Sesim seni büyüledi değil mi?
Lapacı:
- Kesinlikle herkesi büyülediniz.
Arkadan ellerini çırpan insanları gösterdi.
Jack utanarak:
- Thanks, thanks.
Yücel, Gül'le flört etmeye çalışıyordu. Ve turnuvanın olduğu yere varınca, Gül içinden “En sonunda” dedi. Ve oradakilere nasıl katılacağını sordu. Ve katıldı. Yücel ise diğerlerinin yanına döndü. Dönerken Mustafa’nın birisiyle konuştuğunu fark etti.
Yücel çok fazla şaşırmıştı. Çünkü bu kişi, Ali’nin vampir dediği kadındı.

(devam edecek)

Tuesday, March 28, 2006

BİR ADAMIN HİKAYESİ - 14

Sonic ve Doktor Eggman

Bir ay kısa sürede geçti. Bir ayı Sonik'i aramak ve otel aramak ile geçirdiler. Bir ay boyunca kaldıkları yer ise tren istasyonunun yanındaki eski koltukları koydukları yerdi. Ama ayın sonunda bir otel buldular. Grup otelin önünde biraz bekledi ve konuştular.

Ali:
- Sence ucuz mudur?
Q:
- Bakacağız.
Yücel sırtındaki çantalarla terleyerek:
- Şey, biraz ucuz olursa iyi olur.
Müzeyyen:
- Yahu şu çantaları diğerlerine ver. Belin kırılacak.
Gül telaşla:
- Evet.
Mustafa:
- Yücel şu iki bavulu bana ver.
Yücel kızararak:
- Ama ben, tamam al.
Q:
- Hadi içeri girelim.
Grup içeri girdi. İçerisi bir müze gibiydi. Otelin lobisi muhteşemdi. Tablolar ve heykellerle doluydu. Q, otel danışmanıyla konuşurken diğerleri de birbirleri arasında konuşuyordu. Osman bey:
- Güzel otelmiş.
Yücel:
- Harika.
Peter:
- Vay canına.
Jack:
- Olağanüstü.
Lapacı:
- Gerçekten. Kaptan çok harika bir yer.
Müzeyyen:
- Hm, burada kalmaktan hoşnut duyacağım. Ali sen ne düşünüyorsun?
Ali hipnotize olmuş bir şekilde:
- Yeni bir şaka.
Andy:
- Tam şakalık bir yer.
Ali:
- Bence de.
Müzeyyen kızgınlıkla:
- Ali! Tek bir şaka yaptığını göreyim. Seni boşarım.
Ali korkarak:
- Tamam.
Mustafa:
- Büyüleyici. 2. Şahıs, sence nasıl bir yer?
2. Şahıs:
- Güzel. Mustafa galiba istersek banyoları jakuzi gibi ayarlıyorlar.
Mustafa 2. Şahıs’a boş, boş baktı ve:
- Ah, ah, vah, vah.
Jack:
- Şuradaki yazı ne diyor?
Osman bey:
- Bakıyorum. Ha o diyor ki, yüksek sesle bağırmak yasak.
Ali:
- Bak ne diyor.
Müzeyyen utandı:
- Sen karışmasana.
Mustafa:
- Hadi Q! İşin çok uzun sürdü.
Gül:
- Origami yapmayı öğrenmek isteyen var mı?
Yücel:
- Ben Şen’i özledim.
Mustafa:
- Otele yerleşelim mektup yazarsın. Hem İngilizce öğrendiğini yazarsın.
Yücel:
- Evet! Ben İngilizce’yi söküyorum yavaş, yavaş. Mesela “Don't Panic”, panik yapmayın, demek.
Osman bey boş, boş bakarak:
- Tam öyle değil.
Yücel:
- Hmm...
Q:
- Anahtarlarınızı verecekler şimdi. Otelin haritasını da alın. dedi ve haritaları dağıttı “Ayrıca şehrin haritasını da alın. dedi ve şehrin haritasını da verdi “Şimdi burada katlar şuna göre dizilmiş. Birinci katta birden ona kadar var. İkinci katta on birden yirmiye kadar var. Üçüncü katta yirmi birden otuza kadar var. Dördüncü katta otuz birden kırka kadar, beşinci katta karşı binaya geçen bir köprü var. Ve o katta özel odalar var. Anladınız mı?
Q dışındakiler:
- Evet!
Q:
- Tamam. Ha bir şey söylemeyi unuttum. Normal odalar iki kişilik.
Lobideki adam bir anahtar getirdi.

Q:
- Bu Ali ve Müzeyyen için. Numarası 30.
Ali ve Müzeyyen yukarı çıktı. Lobideki adam üç anahtar daha verdi. Jack ve Lapacı aldı ve numarasına baktı. 8’di. Osman bey ve 2. Şahıs bir tane aldı. Numarası 31 idi. Jack, Lapacı, Osman bey ve 2. Şahıs bavullarını alıp yukarı çıktılar. Geriye kalan anahtarı da Peter ve Andy aldı.

Andy:
- 26 numara.
Peter:
- İyiymiş. diyerek bavullarını aldılar. Ve yukarı çıktılar. Geriye Mustafa, Q ve Gül kalmıştı. Lobici iki anahtarla geldi.

Q:
- Birini ben ve Gül alalım. Diğerini de sen.
Mustafa:
- Tamam.
Gül:
- Odanın numarası 2’ydi.
İkisi de bavullarını alıp gitti. Mustafa da ona kalan son anahtarın numarasına baktı. 39’du. Mustafa da kendi bavulunu alıp yukarı gitti. Bodrumda geniş çapta restoran vardı. Oteldeki üç asansörden en kötü görünenine bindi. Asansör 10 saniyede çıktı. Mustafa şaşkın kalmıştı. Odasına gitti ve en sonunda 39 numara kapıyı açtı. Orijinal resimlerle resimli kibritli bir odaydı bu.

Mustafa kendi kendine:
- Büyüleyici. dedi ve içeri girdi.
(devam edecek)

Friday, March 24, 2006

BİR ADAMIN HİKAYESİ - 13
Şakacı Andy
Andy ve Danie temizlikçinin dolabını aramaya başladı. Derken Spider- man ortaya çıktı. Vampir ile kavgaya girişti. Hastanenin kuzeyinde (yani girişinde) Ali ve Müzeyyen vardı.
Ali:
- Peki şimdi ne yapacağız?
Müzeyyen:
- Ben diğerlerinin yanına gidiyorum.
Ali Müzeyyen’in kolundan tuttu:
- Tekrar seni kaybetme korkusu yaşamak istemiyorum. Ben vampirleri hissetmiyorum aslında. Ben senin ölmenden korkuyorum.
Müzeyyen cesaret verircesine:
- Merak etme, hiçbir şey olmayacak.
Ali Müzeyyen’in kolunu bıraktı. Müzeyyen hastanenin batısına gitti.
Ali kendi kendine:
- Neredesin Mustafa?
Spider- Man ve Jack bu sırada vampirlerle savaşıyordu. Lapacı da arkadan kaya gibi şeyler bulup atıyordu. Yücel ve Gül ise Osman beyi iyileştirmeye çalışıyordular. Birden pencere açıldı ve içeriye 2. Şahıs girdi. Yücel çok fazla şaşırmıştı. Onu New York'ta bıraktıklarını sanıyordu. Sanmakta da haksız sayılmazdı.
2. Şahıs:
- Merhabalar. Sizinle birlikte geldiğimi sanıyordum.
Gül:
- Doğru ya.
2. Şahıs:
- Neyse. Size yardım etmeye geldim. Q’nun sırrını çözdüm. Ve Osman beyin cebinden kitabı almalarını engelledim. Daha sonra gelip ben aldım. Siz gittikten sonra Osman bey kitabı buldu. Ve apar topar buraya geldi. Ama vampirler kitabın onda olduğunu biliyordu. Şimdi buraya da sonik bombalar koymamız gerekiyor ki, hiç böyle bir şey bulunmuyor burada. Neyse, vampirleri Q uzaklaştırdıktan sonra ben gelip kitabı aldım. Biraz karmaşık.
Yücel:
- Peki senin yanında. . .
Bir vampir Gül’ün üstüne atlamaya çalıştı ama Yücel onu engelledi.
Gül:
- Hayatımı kurtardın.
Vampir daha pes etmemişti. Gül’ün kanını içmek istiyordu. Yücel vampire yumruk, tekme saldırdı. 2. Şahıs cebinden Mavi Taş'a benzeyen kırmızı bir taş çıkardı. Vampir yok oldu. Yücel yaralanmıştı.
Gül:
- Lütfen ölme Yücel!
2. Şahıs çok şaşırmıştı. Gül'ün göz yaşlarından bir zümrüt oluşuyordu.
2. Şahıs:
- Bu bir, Kaos Zümrüdü.
Mustafa ameliyatı bitmişti ama ameliyat odasında unutulmuştu. Mustafa yataktan kalktı. Hemen elbise bulup giyindi. Birden kapıda Q belirdi.
Q:
- Suçlu.
Mustafa:
- Ne suçlusu Q? Belki bir kaç hata yaptım ama bu odadaki tek suçlu sensin.
Q gözlerini kısarak:
- Düş görmeye devam et.
Mustafa kızarak:
- Q bu sen misin?
Q:
- Asıl sen misin? İlk önce onu söyle.
Mustafa:
- Q üzgünüm. Hepsi benim hatam yani şey, ben seni seviyorum!
Q şaşkın halde ve içine sıcak bir duygu girerek:
- Ama nasıl? Özür dilerim, söylediklerim için.
Mustafa:
- Haydi diğerlerine yardıma gidelim. dedi ve imkansız bir şey oldu. Kalp şeklinde bir kristal. Q:
- Bu kristal, bu kristal. Mavi Taş bu.
Mustafa:
- Mavi Taş’mı?
Q:
- Evet. Biz birbirimize aşık olunca Mavi Taş güçlendi. Ve bu sadece Mavi Taş için değil. Bütün Mavi Taş’a benzeyen şeyler için geçerli. Mustafa:
- Yani romantik etki olunca şayet bu taşlar bu romantik ilişkiye yakın olursa tepki verip güçleniyor.
Q:
- Aynen.
Mustafa kristali alıp Q ile hastanenin doğu tarafına gitti. Vampirler onları yakaladı.
Mustafa ve Q:
- Mavi kristal gücü!
Vampirler insana dönüştü. Ve bir ışın açıldı. Bu ışına her yaklaşan vampir insan oluyordu. Andy ve Danie ise ışını görüp vampirleri oraya çekti. Ve tüm vampirler insana dönüştü. Işın tüm hastaneyi kapladı ve tüm ölen insanlar tekrar canlandı. İki ay sonra mayıs ayının 11'inde saat 8:20’de Andy gruba katıldı.
2. Şahıs:
- Gazetede okudum, (herkes dinlemeye başladı. Jack hariç) şu kaos zümrütleriyle Sonik adında son süratle giden bir formüle arabasını bile geçebilen bir kirpi olan Sonik(2. Şahıs hep böyle anlamsız konuşur. Bu arada Jack dinlemeye başladı) kaos zümrütlerinden tam dört tane toplamış. Ve ülkeyi tehdit eden doktor Eggman'de de bir tane varmış. Bizde iki tane var. Ve eğer vampirleri yok etmek istiyorsanız yedi kaos zümrüdünü ele geçirmeliyiz. dedi ve zeytinlerden birini ağzına attı.
Mustafa:
- Ve beş romantik ilişki bulmalıyız.
Kapı çalındı.
Andy:
- Ben bakarım.
Kapıya baktı. Kapıyı çalan Andy'nin sevgilisi Lori idi. Lori:
- Merhaba Andy. Ben Washington’a gittiğimi söylemek için uğramıştım. Neyse hoşça kal.
Andy:
- Ama ben. . . dedi. Andy’nin hayalleri yıkılmıştı. Arkadan Mustafa:
- Üzülme evlat. Bizde Washington’a gidiyoruz.
(devam edecek)

Thursday, March 09, 2006



RoboDeno Hulahoop gezegeninde garip
bir yaratığı inceliyor -- resimlerin üzerine tıklarsan büyük görünür


Geçen yaz bir değirmen görmüştüm
Datça yolunda, yanına da dedemi
koydum gitti

BİR ADAMIN HİKAYESİ - 12


Vampirlere şaka


Arayan Osman beydi:
- Mustafa hangi cehennemdesin. Grup arasında kavga çıkmış. Ve ayrıca kitabı buldum. Aynı zamanda yolda beş vampir vardı! Kendimi zor kurtardım. Ve hep senin suçun.
Mustafa bayıldı. East Gackle kuşatma altındaydı. Grup arasında savaş vardı. Ve hepsi kendisinin suçuydu. Artık East Gackle diye bir yer kalmamıştı. Mustafa gözünü açtığında hastanedeydi. Durumu ciddi değildi. Ama yandaki vampir kurbanlarının durumu ciddiydi. Tıpkı Kuduz Sansar’da olduğu gibi arada bir “Ah” diyorlardı. Hemen grubu bulması gerekiyordu. Ama hiç bir şey yapamıyordu. Mustafa ağlamaya başladı.
Kendi kendine:
- Hepsi benim suçum.
Yanındaki yaşlı adam:
- Üzülme evlat.
Bu sırada Andy arkadaşı Danie’yi aradı. Andy ciddi, ciddi:
- Bu vampirleri şaka yollu durdurmalıyız.
Yanıt olarak:
- Ama Andy vampirler bizi öldürür.
Andy:
- Ama onları durduramasak da bizi öldürecekler.
Danie:
- O zaman pizzacıda buluşalım. Saat 23:05’de.
Andy:
- Oldu ortak. Herhalde bu vampirler uyuyordur.
Ve o gece saat 22:32’de evden çıkıp gizlice pizzacıya gitti. Aradan yarım saat geçti. Yücel diğerlerini kaybetmişti. Yücel bir tabela gördü. Tabelada “Pizzacıya gider” yazıyordu. Yücel hemen tabelanın gösterdiği yere gitti. Andy ve Danie pizzacıya tam zamanında vardılar. Ki vampirler onları yakalamışlardı.
Danie:
- Neden ben?
Bir vampir onlara yaklaştı. Ve arkadan Yücel çıkıp vampire tekme attı. Başka bir vampir ise ona yumruk attı. Birden bir şakırdama sesi duyuldu. Yücel gözlerini açtı ve baktı. Bu Q idi.
Q:
- Ne kadar yardıma muhtaç olduğunu biliyorum. Ama başka zamanlarda hep düşman olacağız. diyerek Mavi Taşı çıkardı. Vampirler yok oldu. Q da hemen yok oldu. Bütün olanlar Yücel'e garip geliyordu. Q ile düşmandılar. Ama o kendisini kurtarmıştı. Andy ve Danie kaçmaya çalışırken ortalık insan dolmuştu. Andy:
- Danie hemen kaçalım. Diyerek kaçmaya başladılar. Yücel onları kovalamaya başladı. Andy’i yakaladı. Ve:
- Şimdi, ben senin burada her şeyi bildiğini biliyorum. Şimdi Mustafa nerede?
Andy:
- Tamam, her şeyi açıklayacağım. Beni takip et.
Yücel onu bıraktı. Yücel:
- Bak söz verdin.
Andy:
- Tamam. diyerek koşmaya başladı. Yücel de onu takip etti. İki saat sonra Osman beyde bir vampir kurbanı oldu. Haberi alan Lapacı hemen hastaneye gitti. Gül ise Danie'yi buldu. Gül:
- Sen ne yapıyorsun bu saatte?
Danie:
- Ne yapmışım ki?
Gül:
- Şimdi güzelce eve götürüyim, orada konuşuruz.
Danie:
- Tamam. dedi ve Gül’e tekme atıp kaçtı. Müzeyyen, Ali, Jack ve Peter kiralık bir ev buldular. Peter:
- İyi ki İngilizce biliyorum. Yoksa hiç bir şey yapamazdınız.
Jack gözlerini kısarak:
- Yok ya. Gösteriş budalası ne olacak.
Peter:
- Ne dedin sen.
Ali:
- Beyninin içeriği ile ilgili bir şey söyledi.
Müzeyyen:
- Durun telefon çalıyor. diyerek cep telefonunu açtı. Telefona Gül çıktı. Müzeyyen sinirle:
- Ne var?!
Gül:
- Osman bey, Osman beyi bir vampir ısırmış. Ve Q’da ortalarda yok. Size haber veriyim dedim. Alo! ?Alo! ?Müzeyyen orada mısın?
Müzeyyen elinden cep telefonunu düşürdü. Ali:
- Ne oldu?
Müzeyyen:
- Osman beyi vampir ısırmış.
Müzeyyen dışındaki herkes:
- Ne!!!!!!!????
Peter:
- Kaldırdıkları hastane nerede?
Müzeyyen:
- Cüce sokağı, East caddesi.
Ali telaşla:
- Gidelim o zaman. dedi ve Müzeyyen:
- Ama Q ortalarda yok ki.
Jack:
- Yinede hastaneye gidelim.
Ve hastaneye koştular. Mustafa yanındaki yaşlı adamla o kadar çok konuşmuştu ki zamanın nasıl geçtiğini fark etmemişti. Mustafa gülerek:
- İşte buraya kadar geldim.
Yaşlı adam:
- Güzel bir hikayeymiş.
Kapıdan içeriye bir doktor geldi. Doktor:
- (İngilizce konuşma)
Mustafa yaşlı adama:
- Ne dedi?
Yaşlı adam:
- Q adında bir doktor bu civarlardaymış. Belki hastaneye gelirmiş.
Mustafa:
- Tamam, teşekkürler.
Yaşlı adam:
- Bir şey değil.
Mustafa Q’ya rastlamamak için her şeyi yapabilirdi. Birden aklına bir fikir geldi. Yaşlı adam yemek olarak soya eti istemişti. Gelince bıçağı alıp kendini yaralıycaktı. Gül ise hastanenin kan alma bölümünde Osman beye yardım ediyordu. Gül:
- Niye böyle olduk ki?
Danie de hastanedeydi. Koridorda bekliyordu. Yücel ve Andy koşarak koridordan geçti. Danie arkalarından:
- Hey Andy.
Andy durdu. Ve:
- Aaa Danie buradasın demek.
Yücel hemen hastanenin kan alma bölümüne daldı. Yücel heyecanla:
- Osman bey!
Gül:
- Şşşşt, onu uyandıracaksın.
Yücel Gül’e yardım etmeye başladı. Andy ve Danie koridorda yürüyüş yaparken arkadan doktorlar:
- Stand back!” diyorlardı. Arkalarında bir de sedye vardı. Andy:
- Garip, ben hiç ambulans sesi duymadım.
Doktorlar ameliyat odasına doğru sedyeyle girdiler. Birden bir patlama duyuldu. Hastanenin doğusundan geliyordu. Andy:
- Danie yüzleşmemiz gereken vampirler var.


(Devam edecek)

Monday, February 27, 2006

BİR ADAMIN HİKAYESİ - 11

Ayy çok korktum!

Mustafa kendine bir tokat attı. Ve bu arada New York’a girdi. Etrafındaki kişiler ona:
- Wonderful men! Amazing Mr Mustafa.
Mustafa onlarla ilgilenmedi. Ve doğruca tren istasyonuna gitti. Sıraya girdi. Sıra ona geldiğinde:
- One ticket, please.
Kasada duran kişi:
- Where are you going?
Mustafa etrafına bakındı. Birisinin okuduğu kitapta “East Gackle Times” yazıyordu. Mustafa biletçiye:
- East Gackle.
Biletçi:
- Okay.
Biletçi bileti verdi. Mustafa istasyona girdi. İçerde “Hot Dog, Chili Con Carne, Turkey, Spagetti adlı yiyecek satanlar vardı. Bir sandalyeye oturdu. Diğerlerini unutmaya çalıştı. Trenin ne zaman geleceğini 10 dakka sonra çözebildi. Derken istasyonun karşı tarafında Osman bey dışında tüm grup belirdi. Mustafa kendi kendine:
- Hay aksi. Off.
Derken Ali ve Q yanından geçti. Ama fark etmemişlerdi. Ali Q’ya:
- Bu ne?
Q:
- Aaa o mu?Şey acılı çorba. Meksika usülü acılı çorba. Aslında akşam yemeğini burada edebiliriz. Nasıl olsa trenin gelmesine 5 saat var diyerek diyerlerinide yanlarına çağırdı. Diğerleri geldi. Ali Gül’e bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Gül ise ona aldırış etmedi. Hep birlikte Mustafa’nın tam karşısındaki restorana gittiler. Mustafa yaylı bir yatak bulup yattı. Saatini ayarladı. Ve uyudu. Q ve Peter yemekten erken kalkıp yayyı yatak aramaya başladı. Aradan 4 saat geçti. Mustafa uyandığında restoranlar ve dükkanlar kapanmış istasyon sessizliğe bürünmüştü. Mustafa bir saatini grup üyelerini kızgınca bakmakla geçirdi. Sonra tren geldiğinde, gizlice trene girdi. Grup da arkadan girdi. Mustafa hemen bir kamara tuttu ve hemen uyumaya başladı. Ertesi gün saat 12:00 East Gackle’a varmıştı. İndiğinde hemen bir otel aramaya koyulmuştu. Hala gruptan bir haber yoktu. Derken iki katlı bir eve rastlamıştı. Kapıyı çaldı. Kapıyı sarı saçlı bir çocuk açtı. Sarı saçlı çocuk:
- Benimle mi konuşacaksınız yoksa ailemle mi?
Mustafa şaşkın halde:
- Ailenle.
Sarı saçlı çocuk:
- İleride merdivenlerin sağındaki odadalar.
Mustafa ayakkabılarını çıkarıp merdivenin sağındaki odaya geçti. Sarı saçlı çocuk da arkasından gitti. Sarı saçlı çocuğun babası:
- Mevzu nedir?
Mustafa yanıt olarak:
- Şey, kalacak yer arıyorum da. . .
Sarı saçlı çocuğun babası da:
- Burada kalabilirsiniz, bizim için hiç sorun olmaz.
Mustafa şaşkın, şaşkın:
- Yeni geldim buralara da yer arıyordum. Yani şey size yük olmam değil mi?
Sarı saçlı çocuğun babası rahatlamış şekilde:
- Oh, ne yok olmazsınız.
Sarı saçlı çocuk:
- Merhaba, adım Andy. diyerek elini uzattı. Mustafa da elini uzattı. Tam el sıkışacakken Andy’nin babası:
- Hayır, yapma!
Mustafa hiç bir şey anlamadan:
- Niye?
Andy:
- Lafa karıştım üzgünüm ama basitçe tokalaşacağız.
Andy’nin babası elini Andy’nin eline işaret etti. Mustafa Andy’nin eline baktı. Andy’nin elinde şaka malzemesi gördü. Mustafa:
- Çok ayıp. Ha bu arada sizin adınız ne?
Andy’nin babası:
- Adım Hall ya seninki:
Mustafa:
- Adım Mustafa.
Andy ve Hall heyecanla:
- Aaa, sen, şu ünlü vampir yok edicisin.
Mustafa kızararak:
- Evet o benim.
Hall:
- Peki diğerleri nerede?
Mustafa odadan çıkmaya çalışarak:
- Şey o konuyu açmayalım.
Andy:
- Seni anlıyorum.
Hall:
- Seni odana götüreyim. diyerek merdivenlerden yukarı çıktı. Mustafa odayı gördükten sonra:
- Tamam kalabilirim. Şimdi fiyat konusunu konuşalım. . .
Saat 22:17’de grup ev arıyordu. Ali hem yürüyerek hem de terleyerek:
- Yahu bir durmayacak mıyız?
Yücel:
- Hakikaten de ha.
Q kızarak:
- Buraya niçin geldik ha o zaman! O zaman siz gidin! Beceriksizler.
Yücel de kızmaya başlayarak:
- Şşşşt, dövmeyim seni ha.
Gül Q’nun önüne çıkarak:
- Önce beni geç şişko ayı.
Ali:
- Sen nesin ha?Boş kafa ne olacak:
Gül:
- Senin pestilini çıkar miyim.
Müzeyyen:
- Kocama dokunursan seni öldürürüm.
Jack:
- Keşke Mustafa gibi Osman beyin yanında kalsaydım.
Q:
- İyi git o zaman.
Jack:
- Hey sözlerine dikkat et.
Q alaycılıkla:
- Etmemsem ne olur?
Peter:
- Bir şey bilmeyen salak.
Q Peter’a tekme atmaya çalıştı ama Yücel onu engelledi. Yücel:
- Terbiyesiz.
Lapacı:
- Doğru konuş Yücel!
Jack:
- Lapacı tüm yaptıkların arasında en saçma olanı buydu.
Lapacı:
- Ama efendim. . .
Jack:
- Sus.
Q:
- Kapa çeneni aç gözlü.
Jack kılıcını çıkardı ve:
- Hiçbir şey bilmiyorsun. Ben senden daha fazla şey biliyorum. Lapacı onla mı olacaksın yoksa benle mi?
Lapacı şaşırmıştı. Daha önce çılgın korsan Jack ile hiç böyle bir ilişkisi olmamıştı. Q:
- Dana beyinli.
Yücel Q’ya yumruk attı. Peter da Gül’e tekme attı. Jack ise Lapacıyı Q’nun yanına fırlattı. Müzeyyen:
- Biz gidiyoruz. diyerek gittiler. Lapacı kederlenmişti. Q ise arkalarından küfür yağdırıyordu. Gül de Q ne yapıyorsa onu yapıyordu. Geceyi Mustafa hariç herkes uyuyamamıştı.
Osman bey grubu çok merak etmişti. Bu yüzden uyku tutmamıştı. Osman bey de kitap araştırmasına devam etmeye karar verdi ve elebaşının kalesine gitti. Saat 01:23 olmuştu. Ve Osman bey aradığını bulmuştu. Ve eve gitti. Eşyalarını topladı. Ve doğruca tren istasyonuna gitti. Saat 09:30 olmuştu. Mustafa kahvaltısını bitirmişti. Daha sonra cep telefonu çalındı. Açtığında duyduklarına inanamadı. Şok olmuştu. Bu önceki yaşadıklarından da kötüydü.
(devam edecek)

Friday, February 24, 2006

NASIL YANİ! NE BU ŞİMDİ... NI NI NI NINNN


Dün haberleri izliyorduk... O ne... Dünyanın Sonu Hakkında 10 Senaryo... Ne bu ya şimdi, haber mi?..
Ben elektrikli otomobillere binmek istiyorum daha, ne dünyanın sonusu... Lütfen yani...

Tuesday, February 21, 2006



Değerli dostlarımız arasındaki Muz ve Sponge Bob'ı da unutmayalım...

Sunday, February 19, 2006


ŞİRİNLER, PIGLET, ÇILGIN ZÜRAFA, TAVŞAN ve
MİKİ FARE, BENİM İYİ DOSTLARIMDIR




Onlar da benim gibi kar yağmasını bekliyor ama bitti galiba...




Bu arkadaşlar beni okula giderken uğurluyorlar ....


BİR DOĞUM GÜNÜ

Cuma günü Çağdaş’ın doğum gününe gittim. Servisten ve sınıftan birçok arkadaş gelmişti. Güzel bir doğum günü oldu, çok eğlendik. Doğum günü pastasında kahve tadı vardı, çok hoşuma gitti. Krakerler, sigara böreği ve cips yedik. Arkadaşlar doğum günü hediyesi olarak bilgisayar oyunları, günlük defteri gibi şeyler getirmişlerdi. Ben de güzel bir resim çerçevesi hediye ettim. Hediyelerin hepsini açtığında Çağdaş çok mutlu oldu.
Sonra Çağdaş, küçük salonda bize Digitürk’ün müzik kanallarından güzel bir müzik buldu. Hepimiz dans ettik. Sonra hepimiz yastık savaşı yaptık. Saatler hızlı geçti, birkaç saat sonra birer ikişer partiden ayrıldık. Çağdaş ile biz yakın oturuyoruz. Hava güzel olduğunda dışarıda birlikte oynuyoruz. Çağdaş çalışkan bir arkadaşımız, dersinde iyi notlar alır. Herkesle iyi geçinir, bu yüzden ben de onu çok severim. Bana doğum günü fotoğraflarımı gönderirse blog’uma koyacağım.
Şu günlerde Red Alert oynuyorum. Babam da bu yüzden hep sinirleniyor ve bana kesirleri çalışmamı söylüyor. Oysa ben daha çok oyun oynamak istiyorum. O bilmese de ben arada çalışıyorum. Mesela dün ölçüleri çalıştım, test kitabından otuz tane soru çözdüm. İşte böyle.
Abimle de oynuyorum, bana bazen oyunları çözmemde yardımcı oluyor. Arada bir de güreşiyoruz.

Thursday, February 16, 2006

BİR ADAMIN HİKAYESİ - 10

Son hazine avcılığı

Ertesi sabah saat 07:00 sıralarında grup ve 2. Şahıs yola çıktılar (Osman bey bunun için çok yaşlı olduğunu düşündüğü için gelmedi). Grup heyecanla ormana girdi. Jack bir yandan mırıldanıyor, bir yandan da önüne bakıyordu. Diğerlerinin hepsi de yarış yapıyormuşçasına gidiyorlardı. İki saat sonra grup, etrafı ağaçlar ve çiçeklerle çevrili bir yere geldi. Herkes durup etrafına bakındı. Jack hala mırıldanıyordu. Yol beşe bölünüyordu. Ali:
- Şimdi ne yapacağız? İçimizden biri tek kalıcak.
Mustafa:
- Yücel sen kuvvetlisin, sen tek gideceksin.
Yücel tamam anlamında başını salladı. Mustafa:
- Ali ve Müzeyyen soldaki yoldan gidecek. Jack ve Lapacı soldan önceki yola gidecek. 2. Şahıs ve ben ortadaki ve Yücel en sağdaki, Q ve Gül ise sağdan önceki yoldan gidecek.

- Eğer aradığımız şeyi bulursak bağırın tamam mı?
Mustafa dışındaki herkes:
- Tamam!
Bütün gün grup, kitabı aradı. Saat 24:00’te bütün grup yatacak bir yer ayarlamaya başladı. Ertesi sabah oldu. Mustafa ve 2. Şahıs sonunda bir yere vardılar. Bir kaleye varmışlardı.

2. Şahıs:
- Hmm. Burası olmalı.
Mustafa:
- Emin misin?
2. Şahıs:
- Evet.
Sonra Mustafa ve 2. Şahıs içeri girdiler. Bu sırada Q ve Gül, derin bir dereye vardılar. Gül:
- Ben yüzme bilmem. O yüzden geçemem. Sen devam et.
Q:
- Hayır! Derenin sol tarafına doğru gideceğiz. Bir kitapta okumuştum. Derelerin sol tarafına gidince hep bir yere ulaşılırmış.
Gül:
- Anladım.
Aradan 2 saat geçtikten sonra Gül ve Q mermerden yapılmış duvarlara vardılar. Q:
- Evet, derenin neden bu kadar derin olduğu anlaşıldı.
Duvarın arkasından bir ses:
- Buldum!
Gül:
- Jack’in sesi.
Q:
- Arkana bak.
Gül arkasına baktı. Arkada Yücel ve Lapacı geliyordu. Lapacı:
- Gelin, arkada bir giriş var. diyerek Yücel’le gösterdiği yere doğru koşmaya başladı. Q ve Gül de arkalarından gitti. Yücel duvardaki bir çatlağı işaret ederek gösterdi. Lapacı:
- Bu çatlağı kırabilirsek kaptanı buluruz.
Yücel:
- Hmm, ben tahtaya benzer şeyleri kırabilirim ama mermeri bilmiyorum.
Bu sırada Jack bağırarak:
- Yardım edin!
Q:
- Denemek zorundayız.
Yücel aceleyle:
- Tamam.
Yücel sıkıca yumruğunu tutarak mermere vurdu. Yücel ağlıyormuşcasına:
- Aaaaaa, çok canım yandı. diyerek gözlerini 10 saniyeliğine kapattı. Açtığında ise etrafını 10 kılıçlı askerler etrafını çevirmişti. Bir asker ise onu iple bağlıyordu. Arkadan bir darbe yedi ve bayıldı. Ertesi gün Jack, Lapacı, Ali ve Yücel kendilerini bir hapisanede duvara zincirlenmiş gördüler. Ali:
- Ah harika, duvarla birleşmişiz.
Yücel:
- Ne, sen de mi yakalandın?
Ali:
- Evet.
Jack:
- Ah Lapacı, hep senin yüzünden.
Lapacı:
- Ama kaptan iyi tarafından bakar mısın?
Jack:
- Bunun iyi tarafı neresi?
Lapacı:
- En azından aradığımız şey burada olmalı.
Jack:
- Nasıl yani?
Bu sırada Yücel ve Ali boş boş Jack ile Lapacı’nın tartışmasını izliyordu.
Lapacı:
- O zaman bunların sorumlusu kim?
Jack:
- Eğer bunun sorumlusunu bulursam var ya. . .
Ali:
- Hey bu yeşil duman da ne, diyerek ilerden gelen yeşil bulutu, kolundaki zincirleri “şangırt!” diye sallayarak gösterdi. Bu yeşil bulut hapisaneye girdiğinde Jack, Lapacı ve Yücel bayıldı. Ali biraz daha dayanarak içinden “Spider- man yardıma ihtiyacımız var” dedi ve bayıldı.
Mustafa ve 2. Şahıs bu iki gün içinde peşlerindeki asker ve gardiyanlardan kurtulmaya çalışıyordular. Derken artık peşlerinde çok güçlü silahlı kişiler gelmeye başladı. Bu kovalamaca sonunda bir yerde atlattılar. Mustafa ve 2. Şahıs’ın karnı çok acıkmıştı. Mutfağa bir yerde rastlamışlardı ama tekrar geri dönmeleri çok tehlikeli idi. Mustafa solgun halde:
- Şimdi nasıl açlığımızı susturacağız.
2. Şahıs’ta solgun halde:
- Bilmiyorum, ama sen çok solgun görünüyorsun.
Arkadan tanıdık bir ses:
- Bırakın beni, bırak diyorum!
Mustafa'nın solgunluğu giderek:
- Bak bu Q’nun sesi.
2. Şahıs hala solgun halde:
- Duyamadım.
Mustafa:
- Şşşt. Gidiyoruz. dedi ve 2. Şahıs’ın elinden tutup Q ve çevresindeki dört silahlı adamı izlediler. 1 saat boyunca onları izlediler. Daha sonra basit bir çete evindeki bir mutfak dekorasyonu olan bir odada takılıp kaldılar. Bu odada iki silahlı adam, bir saat, masa, üç sandalye, bir yiyecek makinesi, dolaplar, pizza kutusu ve bir de fırın vardı. Mustafa odanın kapısın da sesizce:
- Şimdi ne yapıcağız. Q’yu kurtalmalıyız bay 2. Şahıs (Bay deyince 2. Şahıs daha hızlı düşünürmüş).
2. Şahıs:
- Hmmm. Dur ben iyi rol yaparım. Bak şimdi şöyle yapıcan. . .
Aradan 5 dakika geçti. Mustafa nöbetçilerin görüş alanlarına girip, çıktı. Nöbetçiler de onu izlemeye koyuldular. 2. Şahıs hemen etrafında para aramaya başladı. Onun yerine yerde bir sopa alıp yiyecek makinasına vurdu. İçinden iki yumurtalı sandviç ve reçelli kek çıktı. Arkadan bir ses:
- Orada neler oluyor, dedi. 2. Şahıs hemen reçelli kekikin reçelini çıkarıp sesin geldiği kapıyı reçeli sürdü. Arkadan Mustafa geldi:
- Onlar geliyor çabuk, ne yapacaksan yap!
2. Şahıs yumurtalı sandviçleri fırına koydu ve masadaki bir silahı alıp Mustafa’ya attı ve:
- İlerideki kapıyı vur çabuk!
Mustafa silahla yapıştığı kapıyı vurdu. Kapı açıldı ve iki baygın adam gördü. 2. Şahıs:
- Gidelim.
Mustafa ve 2. Şahıs kaçarken alarmın çaldığını duydular.
Bu sırada Q ve Müzeyyen’i idam etmek için hazırlıklar yapılıyordu. Ve bu hazırlıkları bitirmek üzereydiler. Aynı zamanda Ali de idam edilmek için salona getiriliyordu. Onu zindandan alırken Yücel kızgınlıkla götürenlere bakıyordu. Çok fena kızmıştı. Jack gözlerini kısarak:
- Onu rahat bırakmazsanız kılıcımı yersiniz!
Ali’yi götürenlerden biri:
- Tabii tabii.
Lapacı:
- Peki neden götürüyorsunuz. diyerek Yücel’e göz kırptı. Yücel ise hiçbir şey anlamamıştı. Ali’yi götürenler hala Lapacı’nın sorusunu düşünüyordu. Ali kendisini götürenleri tekmeledi, ve kurtuldu. Yücel de zincirleri kopardı. Ve aniden zindanda 5 silahlı adam kontrolüne aldı. Ve aniden ağlar kapıdan 3 silahlı adamı bağladı. Birden Spider- man diğer iki adamanın üstüne atlayıp bayılttı. Ve Spider- man emin bir şekilde:
- Hemen buradan çıkın. dedi ve diğerlerini zincirlerden kurtarıp silahlarını verdi. Spider- man:
- Tamam, sizinle geliyorum. Hadi gidelim.
Jack:
- Bir dakka bu bir tuzaksa. Peki bunları kim düzenliyor?
Spider- man:
- Bak, şimdi tartışmanın anlamı yok! Hem bunları düzenleyen Amerika çapındaki tüm suçluların kralı Kingpin yani elebaşı. Madem sizinle birlikte savaşacağım.diyerek maskesini çıkardı.Ben Peter Parker’ım. Yani gazeteci. Daily Bugle’da çalışıyorum. Ve aradığınız buldum. Şimdi diğerlerin bulmalıyız. Bu arada aşağıdıki küçük mutfağın her yanı yumurta olmuş. Neyse buna daha sonra konuşuruz. Hadi gidelim. Oldu mu?
Spider- man dışındakiler:
- Oldu.
Bu sırada idam yerinde Q idam kuyusuna atılmadan önce elebaşı bir konuşma yapıyordu:
- . . . ve dahası çok iyi çalıştım ve başardım. Ama önce diğer kurbanı da getirin.
Müzeyyen de Q’nun yanına getirildi. Q Müzeyyen’e mırıldanarak:
- Buradan üç çıkış var. Ya konuşmanın olduğu yerdeki kapıya doğru bir yay bulup atlığıycağız. Ya çok hızlı koşarak normal kapıdan çıkıcağız. Yada aşağıya atlayıp iplerimizi bir kayaya bağlıcağız.
Müzeyyen de Q’ya mırıldanarak:
- Hmm ikinci seçenek güzel görünüyor. Ama salondaki gurdiyan sayısı çok fazla.
Q:
- Evet
Elebaşı:
- Sessizlik!
Spiderman salondaki tüm silahlı adamları bayıltıp, bağladı. Ve elebaşına:
- Seni kötü seni. Polisler burayı basmak üzere.
Elebaşı:
- Bak bakalım, arkadaşlarını kurtarabilicek misiniz? diyerek Q ve Müzeyyen’i attırdı. Ali arkadan:
- Müzeyyen!” diyerek arkasından koştu. Mustafa da onun arkasından gitti. Ali:
- Müzeyyen! Müzeyyen!
Mustafa:
- Müzeyyen! Q! Q!
Ali bayıldı. Mustafa:
- Ali! Konuş benimle!
Kalbini kontrol etti. Atmıyordu. Kalp masajı yapmaya çalıştı. Diğer herkes geldi. Ve polisler de geldi. Mustafa gözüne iki damla yaş geldi:
- Ali hadi uyan. Q, Ali, Müzeyyen!
Osman bey:
- Onlar için üzülüyorsun biliyorum. Ama senin hatan değildi ki.
Mustafa:
- Evet benim hatam. Eğer ben vampirlere karşı savaşında Q’ya yardım etmeseydim bunlar olmazdı. Neden kur. . .
Jack:
- Senin sözünü kestim ama bizi birlikte tutan neydi biliyor musun?
Lapacı:
- Arkadaşlık. Ve onlarla arkadaş olduğumuz sürece hep birlikte olucağız.
Yücel:
- Evet. Mesela sen benim bu yaşta çizgi roman okuduğumu gördün. Ama hiç sana kızmadım. Çünkü biz arkadaşız.
Spider- man:
- Ali hep bana inandı. Ve ben de onun hala yaşadına inanıcam.
Mustafa:
- Yeter artık bu saçmalıkkkklaaaaaarrrrrrrrdan bıktıııııııııııııııııııııııım.
Salondaki herkes duvara çarptı. Mustafa birden uçup gitti. Yücel ayağa kalkarak:
- O da neydi!?
Q:
- Korktuğum başıma geldi. Mustafa evde kalmış. diyerek tırmanmaya başladı. Jack:
- Ali yaşıyor.
Q yorgun halde:
- Tabii ki yaşıycak.
Gül koşarak geldi:
- Numara işe yaradı.
Spider- man:
- Ne numarası?
Q:
- Mustafa’nın özellikle ortadan gittiğini anlamıştık. Ve siz zindan da uyuyun diye yeşil bulut yolladık ve gizlice Gül’ü oraya sakladık.
Lapacı:
- Daha sonra Ali’nin söylediğini duydun ve. . .
Ali Lapacı’nın sözünü keserek:
- Spider- man’i araması için Osman beye cep telefonu ile haber verdiniz ve. . .
Osman bey:
- Spider- man’e haber verdim.
2. Şahıs:
- Hmm. O zaman eve dönmemiz gerekiyor.
Müzeyyen:
- Doğru ya, vampir Mustafa’nın kanını emmeden oraya gitmeliyiz.
Grup hemen çevik kuvvet arabasına doluştu ve eve doğru gittiler.
Eve vardıklarında. Vampir henüz varmıştı. Vampir:
- Yetti artık. Köööötüüüüü Söööööz!
Ali ve Müzeyyen bayıldı. Ve şöyle sayıklıyorlardı:
- Kötü Söz, Kötü Söz.
Q kızarak:
- Hay aksi.
Vampir Yücel’i nehre doğru sürükledi. Arkada polisler ateş açmaya hazırlanıyorlardı. Polislerden biri:
- Fire!
Polisler ateş açtı. Q hemen kırbacıyla vampiri sıkmaya başladı. Jack’te arkasından kılıçla delmeye çalışırken. Jack birden havaya kalktı ve vampirin önüne geçti. Fire diyen polis:
- Stop the fire!
Polisler ateşi kesti. Jack birden kapının oraya düştü. Başı kan içindeydi. Gül hemen Jack’in yarasını iyileştirmeye çalışıyorudu. Lapacı da arkada bir sopa alıp vampire doğru saldırdı. Lapacı birden gemiye doğru uçtu ve gemiye düştü. Spider- man son anda bir dalış yaparak vampiri yere düşürmeye çalıştı, ama Spider- man boğulmaya başlamıştı. Arkadan birden bir şey onu yere düşürdü. Tipi yağmaya başlamıştı. Osman bey evin içine girdi ve ışıkları açtı. Ve perdeleri açtı. Vampir:
- Hayıııııııııııııırrrrrr, kööötatrisss ana vamppyş aaaaaaaaaaaaaaaa. diyerek parçalandı.
23 Mart günü Jack, Ali ve Müzeyyen taburcu oldu. Evde onlar için kutlama yapıldı. Kutlamalara çevredeki türk komşular ve hayranlar da katıldı. Mustafa ve Osman bey hariç tüm grup vardı. Mustafa kendi hakkında düşünüyordu. Osman bey ise hala Elebaşı’nın kalesinde hala kitabı arıyordu. Mustafa yürüyüşün de kendi hakkında hala düşünüyordu. Mustafa kendi kendine:
- Aptalım, az kalsın arkadaşlarım ölüyordu. Bence artık buradan gitsem iyi olur. Kesinlikle. Benim gibi birine hiç ihtiyaçları yok.


(devam edecek)

Tuesday, February 07, 2006

BİR ADAMIN HİKAYESİ - 9

Alt#Üst

Kitapta:
- Adres; Alt#Üst.
Osman bey yerinden sıçrayarak eve gitti.
Ertesi gün grup Alt#Üst adresine gitti. Binaya vardıklarında bir güvenlik görevlisi Alt#Üst dairesinin en üst katta olduğunu söyledi. Grup, hep birlikte, asansör bozuk olduğundan merdivenden çıktılar. Çıkarken aralarında konuşuyorlardı. Jack:
- Niçin, ne arıyorsunuz ki?
Mustafa yanıt olarak:
- Hala ölüm olayları oluyor.
Yücel Ali’nin kulağına bir şeyler fısıldıyordu:
- Ali, sence bu 2. Şahıs nasıl biridir?
Ali çaktırmadan:
- Sus Yücel, sus.
Q, en önden Gül’e komut veriyordu. Sonunda en üst kata vardılar. Ali ve Mustafa o kattaki bütün kapılara baktılar. Ve sonra buldular. Mustafa kapıyı tıklattı. Kapıyı ufak bir adam açtı. Adam:
- Kimsiniz?
Mustafa adama gözlerini dikerek:
- Adım Mustafa. Bunlar Ali, Yücel, Müzeyyen, Q, Gül, Jack ve Lapacı. diyerek sırayla Ali, Yücel, Müzeyyen, Q, Gül, Jack ve Lapacı’yı gösterdi. Adam:
- Ah, siz o vampiri öldürenlersiniz. Benim adım ise Minik Tosbağa. Ama bana 2. Şahıs diye hitap edebilirsiniz.
Mustafa zoraki bir sırıtma ile,
- Biz de sizi arıyorduk.
Minik Tosbağa (Yani 2. Şahıs):
- Gelin içeri geçin.
Grup içeri girdi. Herkes salona geçti. Lapacı ve Gül ayakta kaldılar. (Çünkü gruptan her bir bir koltuğu veya sandalyeyi kaptı).

2. Şahıs:
- En arkadaki odada kamp oturakları var. Oradan alabilirsiniz.
Lapacı ve Gül iki dakika sonra beş desimetre boyunda, saman renginde, yastığa benzeyen şeylerle geldi.

2. Şahıs:
- Galiba ölüm olaylarından bahsetmek istiyorsunuz.
Mustafa ve Ali hep bir ağızdan:
- Evet!
2. Şahıs:
- Bunu öğrenmek için bir sürü şey yapmalısınız. İlk önce özel bir kitap bulmalısınız. Benim eşliğimde. Daha sonra güçlü bir kaos zümrütüyle kitabın ne dediğini bulacaksınız. Sonra da onda diyen şeyi yapacaksınız. O da sizi bu ölümlerin kaynağına götürecek.
Mustafa:
- Yarın yola çıkıyoruz.
2. Şahıs:
- Tamam.
Eve vardıklarında minik tosbağanın dediklerini bütün grup konuşuyordu. Mustafa Şen’e bununla ilgili mektup yazmayı ihmal etmedi. Mektupta:

Sevgili Şen.

Ölüm olaylarını
çözmek için büyük bir görev aldık. Önceki mektubun biraz garipti. Neyse, bana
mektup yazma, çünkü yarın yola çıkıyoruz.

Mustafa

(devam edecek)
Tam Okul Açılacaktı ki Kar Yağıyor

Okul açılacak yaşasın! Ama kar yüzünden okul iki gün tatil edildi. Tüh! Hem yaz tatilini etkileyecek, hem de ders işleyemeyeceğiz. Yani insan kendi okuluna gidemiyor, anlamadım. Ama bu kar da yağma diyoruz yağıyor. Ne garip bir olay?!

Amcamda Kalışım

Geçen günler bloguma pek bir şey yazamadım. Ama amcamlarda kaldığım için bir şey yazamadım.
Çok iyi bir tatildi. Hepsini anlatacağım. İki hafta önce cuma gecesi (gece dediğim saat 10) amcam beni en sevdiğim kuzenim Atakan’la birlikte alıp evine götürdü. O gece saat 12’de yattık. Uyandığımda saat 9’du.
Kuzenim Atakan uykudaydı. Birkaç dakika sonra uyandı. Ondan sonra pijamalarımızı çıkarıp normal elbiselerimizi giydik. Amcam biraz geç uyanır normalde.

Bugün de saat 11’de uyanmıştı. Kahvaltıyı saat 12’de yedik. Kahvaltı çok güzeldi. Kahvaltıdan sonra ellerimizi yıkadık. Ve günün geri kalanında da oyun oynadık. Bilgisayar oyunları oynadık, oyuncaklarla savaş yaptık.
Ertesi gün yine aynı geçti. Değişik olay bol bol film izlememizdi. Ondan sonraki dört günde (biraz fazla olduğunu ben de biliyorum ama orada kaldım) aynı şeyleri yaptık. Artık dönüş vakti gelmişti. Ve en sonunda eve döndük.

Monday, January 30, 2006

BİR ADAMIN HİKAYESİ - 8

Spider-Man bir kahraman değil

Mektupta:

Sevgili dostlarım.
Ölüm olaylarını duydum. ama birisinden kuşkulanılıyormuş.
Ad Spider-Man. Hastalık taşıdığı söyleniyor. Beni merak
etmeyin, ben sizi merak edeceğim...
Şen.

Mustafa hayretle:
- Şen ne biçim yazı yazıyor. Ayrıca niye beni merak edecekmiş ki?
Ali:
- Garip.
On gün sonra bu grup yılbaşı alışverişine gitti. Koskocaman New York’ta etrafı geziniyorlardı. Daha sonra bir yangın gördüler. Yangını izlemeye başladılar. Müzeyyen telaşla Ali’ye:
- Acaba içeride birisi var mı?
Daha sonra havada birisi belirdi. Hızla binanın duvarını kırıp içeri girdi. Bir kaç dakika sonra dışarı elinde bir insanla çıktı. İnsanı binanın üzerine bıraktı. Grup dışındaki insanlar:
- Evil Spider-Man, diyerek üzerine karton, şişe ve taş atmaya başladı. Spider-Man hemen oradan uzaklaştı. Başka bir gün grubun (Jack, Osman bey ve Lapacı hariç) gezdiği müzede yangın çıktı. Grup içeride hapsolmuştu. Yukarı çıkıp orada beklediler. Ama yangın her yeri sarmıştı. Bir dakika sonra yanlarındaki duvar kırılarak içeri Spider-Man girdi. Ve yandaki bir binaya ağını attı. Ali şaşkınlıkla:
- Ne, nasıl, yani?
Spider-Man yanıt olarak:
- Bayağı olur.
Mustafa ağa tırmanarak karşı binaya ulaştı. Arkasından Ali, Müzeyyen, Q, Yücel ve Gül geldi. Spıder-Man giderken gruba:
- 2. Şahıs size ölüm olaylarının nedenini açıklayacak.
Ertesi sabah Mustafa kahvaltıda Osman beye:
- Bu 2. Şahıs neyin nesi, araştırır mısınız?
Osman bey:
- Tabii olur evlat.
Jack:
- Ben şahsen Spider-Man’in suçlu olduğuna inanıyorum.
Ali elindeki ekmeyi bir tabağa bırakarak:
- Orada olacaktın. Bizi kurtardı.
Yücel:
- Evet.
Jack peçeteyle ağzını silerek:
- Olsun. Yine de suçlu.
Yılbaşı gecesi grup,
yeni yıla girişlerini kutluyorlardı. Ali, Yücel, Jack ve Gül dans ediyorlardı. Q ve Müzeyyen televizyon izliyorlardı. Osman bey kitap okuyor, Mustafa ve Lapacı satranç oynuyorlardı. Lapacı:
- Şah, mat.
Mustafa:
- Ah. Ben içecek servisi yapacağım.
Lapacı da dans edenlere katıldı. Ali dans ederken de arada sırada bir şeyler mırıldanıyordu:
- Süper, süper oynayın. Bizim için, bu taraftar için oynayın.
Saat 23:59’da geri sayıma başladılar:
- On, dokuz, sekiz, yedi, altı, beş, dört, üç, iki, bir, sıfır! Yeni yıl!
Mustafa:
- Yaşasın.
Ali:
- Yeni yıl!
Yücel:
- Yeni bir üç yüz altmış beş gün!
Ertesi sabah Mustafa uyandığında Güneş’li bir hava gördü.

2. Şahıs


Kahvaltıyı hazırlamak için indiğinde her şeyi hazır buldu. Görünüşe bakılırsa Ali ve Müzeyyen kahvaltıyı hazırlamışlar. Çünkü mutfaktan birtakım sesler geliyordu. Mustafa kahvaltıyı atlayıp salondaki kitaplığa gitti. (Yoksa Ali ve Müzeyyen flört edip Mustafa’nın midesini bulandırabilir)Mustafa, 2. Şahıs adıyla ilgili bir kitap arıyordu. Aradığı şeyi bulamadı. Ama “Garip İsimli Kişilerin Adresleri” adında kalın bir kitap buldu. Ve bir koltuğa oturup okumaya başladı. Kitapta garip şeyler yazıyordu. Daha sonra Mustafa şarkı sesleri duymaya başladı:
- Batsın Bu Dünya, ben ne yapayım, Batsın Bu Dünya, artık bir şey yapamam.
Mustafa hemen okuduğu sayfanın köşesini kıvırıp masaya koydu. Sonra da banyoya koştu. Bir kulak tıkacı alıp kulağına tıktı. Banyodan çıktıktan sonra salona giderken Ali’nin banyoya gittiğini gördü. İçinden bir “oh” demek geldi. Kahvaltıya oturduğunda Yücel'in daha henüz geldiğini gördü. Yücel tabağının içindeki ekmeği ağzına koyup boğuk bir sesle:
- Günaydın, dedi.
Mustafa:
- Günaydın.
Yücel ekmeği yuttuktan sonra:
- Eğe peki şu 2. Şahıs'ı bulabildiniz mi?
Mustafa uykulu bir halde:
- Hayır.
Kahvaltı bittikten sonra Mustafa arabayla Q ve Ali’yi işe bıraktı. Osman bey salondaki “Garip İsimli Kişilerin Adresleri” kitabını gördü. Hemen okumaya başladı. Osman bey mırıldanarak okudu:
- Üst katta bulunan # 3. alt ykltma. Bunun anlamı ne olabilir?
Arka sayfaya baktı. Osman bey arka sayfayı okudu:
- Orda şifre Ü’yle başlıyor, t’le bitiyor. Ama bazen yok olma denilen bir şey yada bütün her şey uçar veya akılda kalır. İstediğiniz şey üste veya altta olabilir. Yeter ki siz onu, iki yerin ortasındaki işaret yada boşlukta bulun. Ama dikkatli olursanız anlarsınız. Eğer anlamazsanız sakın arka sayfayı açmayın. Nedeni çok önceden biliniyor. Siz anın.
Osman bey şaşkınlık içinde arka sayfaya baktı. Sadece # işareti vardı. Osman bey çok şaşırmıştı.
Ocak ayının 23’ünde saat 10:00’da Osman bey, hala, 2. Şahıs’ı arıyordu. Sonunda Osman bey, Mustafa’nın iki günlüğüne bir deney odası kiralamasını söyledi. Orada hemen çalışmalara başladılar. Gecesini gündüzüne katarak çalışıyordu. En sonunda bir şey bulmayı başardı. Bu sefer küçük bir hece buldu. Bilgisayarda daha iyi incelemeye koyuldu.
Ertesi gün Osman bey uyandığında kendisini bilgisayarın başında buldu. Ve hemen çantasından küçük bir kraker alıp yedi. Daha sonra bilgisayarda çalışmaya tekrar başladı. Telefon çaldı. Osman bey telefonu açtı. Arayan Yücel idi. Osman bey:
- Alo.
Yücel:
- Alo, ben Yücel. Arayıp niye gelmedin diye soracaktım. Niye gelmedin?
Yanıt olarak:
- Çünkü çözmek üzereyim.
Yücel:
- Peki acıkmadın mı?
Yanıt olarak:
- Yanımda kraker var.
Yücel:
- İyi misin?
Yanıt olarak:
- İyiyim. Hoşça kal. diyerek Osman bey telefonu kapattı. Ve yine çalışmaya koyuldu. Kitapta 2. Şahısla ilgili yeni bir yazı çıkmaya başladı. Osman bey kendi kendine:
- Galiba buldum, dedi.

(Devam edecek)